Beyaz Bereli Çocuk

Okuldan çıkmış evine gidiyordu. Arkasında gelen arkadaşlarının bir-iki adım önünde, en çocuk haliyle hoplaya zıplaya yürüyordu kaldırımda. 9-10 yaşlarında vardı yoktu. Sırtında çantası, başında beyaz beresi, üzerinde evine dönüyor olmanın tatlı telâşesi.
Kaldırım kenarındaki kırmızı arabanın yanından geçti, sonra beyaz arabanın yanından geçti.
Sonra,
Sonrası toz duman…
Bir anda dünya başına yıkıldı sanki. Mecâzi anlamda değil, gerçek anlamda yıkıldı hem de.

Sabah evden çıkarken sıkı sıkı giydirmiş ve dönüşte de sıkı sıkı giyinmesini tembih etmişti annesi besbelli. O da annesinin sözünü dinlemiş, paltosunu giymiş, başına beresini takmış öyle çıkmıştı okuldan. O binanın önüne geldiğinde evine ulaşmasına ramak kalmıştı belki. Kapıdan girer girmez “Çok açım!” diye seslenecekti annesine. Annesi sırtındaki çantasını alacak, üzerini değiştirmesini ve elini yüzünü yıkamasını söyleyecekti. Sonra odasında akşam yemeği saatine kadar belki birkaç poğaça atacaktı ağzına sıcak sıcak beyaz bereli çocuk. Babası eve gelene kadar derslerini bitirmeye çalışacaktı ya da eve gelir gelmez bilgisayarın başına kurulacaktı. Annesi söylenecekti, çocuk dinlemeyecekti. Normal ev hâlleri işte. Herkesin çocukken ailesi, anneyken de çocuklarıyla yaşadığı gibi.
Lakin hiç birisi olmadı bu kez.
Adeta zaman dondu…

İstanbul Kartal’da sekiz katlı bina bir anda onu ve binanın önünde duran bir kişiyi de altına alarak olduğu yere çöktü. Ayakta duran bir insanın aşil tendonlarını bir bıçak darbesiyle kesmişsiniz ya da ensesine ani bir darbe indirmişsiniz ya da sırtındaki ağır yükü daha fazla taşıyamayan bir insanın dizlerinin üzerine yıkılışı gibi kapaklandı yere o koskoca bina.
Binanın altında kalan o beyaz bereli çocuk kimdi, kimin canı ciğeriydi, kurtarıldı mı, haber alındı mı bilmiyoruz.
Enkazdan onun yaşlarında, 13 yaşlarındaki Hilal Tuana Alemdar çıkartılmış. Bir de küçük Havva.
43 kişinin ikamet ettiği söylenen 14 haneli binanın enkazından şimdiye kadar 3 kişinin cesedi çıkarıldı, 12 kişi de yaralı olarak kurtarılmış. (7 Şubat, 12:30 itibarıyla)
İstanbul Valisi Ali Yerlikaya çevredeki 7 binanın boşaltıldığını, bunlardan 10 katlı Yunus Apartmanı’nın durumunun riskli olduğunu, bu binadaki risk nedeniyle çalışmaların 3 kez durduğunu söylüyor.

Yunus Apartmanı neden riskli?
O da mı çürük, yoksa yanındaki binanın yıkılması onun temellerini de mi sarstı?
Peki ya yıkılan bina neden bir anda yıkıldı? Daha önce sinyal vermedi mi? İçinde yaşayanlar hiç mi fark etmediler tehlikeyi? Yoksa aldırmadılar mı? Ya da gidecek yerleri mi yoktu?
O kadar çok soru var ki sorulacak. Ve bir o kadar çok sorumlu var ki aranacak.
Bu felaketlerde binayı yapandan alana kadar herkes sorumludur aslında. Lakin binada oturanlar hem paralarıyla hem de canlarıyla öderler bu acı bedeli.
Binayı yapan, yaptıran, ruhsat veren, oturulabilir diyen kim varsa onlar sorumluluğu birbirlerinin üzerine atarak sıyrılmaya çalışırlar bu suçtan. Davalar açılır, soruşturmalar yapılır. Zaman geçmeye başlar, dava uzar da uzar ve sorumlular zaman aşımından kurtarırlar paçayı.
Onlara göre zaten ortada suç da yoktur. “Kader” vardır, “Takdiri ilahi” vardır, “Allah emanet” vardır, “Allah korusun” vardır…

Aklını kullanmayanı Allah da korumaz
Bilimden uzaklaştıkça Allah da ne kadar koruyacak diye düşünmez cahil akıl. “O temel yeterince sağlam olmazsa, o kolonlar üzerine çıkılacak katları taşıyamayacak kadar zayıf olursa, inşaat yapılırken malzemeden çala çırpa iş yapılırsa olacağı budur” dersin, anlamaz. O her işi ucuza kapatmaya çalışır. Ufak hesaplar peşinde koşarken büyük bedeller ödeyeceğinin farkında değildir.

Binayı yapanlar sadece ceplerini doldurmaya mı bakıyorlar?
Sanki bina öyle bomboş duracak. Sanki içinde hiç insan yaşamayacak. Sanki o bina tonlarca ağırlıkta eşya ile dolmayacak.
Binanın altında tekstil atölyesi varmış. Daha önce de marangoz atölyesi olduğu söyleniyor. Akla hemen birkaç yıl evvel yaşanmış bir vak’a geliyor tabi. Makinelerini sığdırmak için binanın kolonlarını keserek kendine yer açan ve binanın yıkılmasına sebep olan marangoz olayını hatırlarsınız. Burada da öyle bir şey yaşanıp yaşanmadığını binanın altındaki atölyesini başka bir yere taşıyan marangoz ile tekstil atölyesi sahibi bilir.
Binanın üzerine çıkılmış kaçak katlardan da bahsediliyor. O da ayrı hikâye.
İçinde oturan akıl ile binayı yapan akıl aynı olunca hangi birisine ne diyeceksin.
****
Kurnazlık Devri‘nin gümleme çeşitleri hep bunlar.
Çok bilmiş beceriksizlerin işleri.
Akil insanların “Yapmayın etmeyin, çalmayın çırpmayın, doğru yoldan ayrılmayın, hem ülkenin hem de doğanın kanunlarına karşı çıkmayın” demelerini dinlememelerinin sonuçları.

Canlar yanmasın, insanlar mağdur olmasın, içimiz sızlamasın diyedir oysa tüm isyanımız. Mutfağında yemeğini pişirenden komşusuna kahveye geçen, televizyon karşısında gazetesini okuyandan banyoda abdestini alan her kim varsa bedenleri ile birlikte hayatları da molozlara karışıp gitmesin diyedir.
O beyaz bereli çocuk ölmesin diyedir, evladını bekleyen ananın yüreği dağlanmasın diyedir…

Şair Nuri Can‘ın,
Nerede bir çocuk görsem üşüyen, ben de üşürüm biraz” dediği gibi her üşüyen çocukta üşür kalbimiz. Her aç çocuk ile boğazımıza dizilir lokmalar, her ölenle ölür bir parçamız.
Kendisinin ve evladının güvende olması ile teselli bulmaz yürek.
Bilir ki bu bozuk düzen içinde kimse güvende değildir hiçbir yerde…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.