Zamandan mekâna aşk ile yaşayan şehir Bursa

Duvarda asılı duran ahşap saatlerin içerisinde, özlemlerle dolu büyük bir aşk yaşandığını var sayardım kendimce.
Gözler önünde ama gözlerden uzak yaşanan bu aşkın aşıklarının da, ağırbaşlı akrep ile uçarı yelkovan olduğunu hayal ederdim.
Akrep ile yelkovanın zamanla yarışan aşkı kâh hüzünlü, kâh neşeli idi benim gözümde.
Akrebiyle defalarca buluştukları şehrin sokaklarında dur durak bilmeden koştururdu yelkovan. O sokak senin bu sokak benim derken döner dolaşır yine rastlardı bir köşebaşında akrebine.
Akrep, sükûnet ve sabırla yürürdü yelkovanının ardından. Bilirdi ki yelkovanı yine ona gelecek, yine bir olacaklar, yine hasretle sarılacaklar.
Lâkin yine bilirdi ki, saniyeler süren bu buluşmanın ardından yelkovan yine kaçacak, yine ele avuca sığmaz genç ve coşkulu sevgililiğini elden bırakmayacak.
Yelkovan telaşla koştururken, akrep yine ağır aksak izlerdi onu.
Gözlerini açtıklarından beri içinde yaşadıkları bu saat onların şehriydi nasılsa. Başka gidecek yerleri yoktu.
Üzerlerinden geçtikleri saat başları sokaklardaki köşe başlarıydı onları buluşturan.
Bu şehrin caddelerinde zaman bir su gibi akarken, yelkovanın ardına taktığı dakikalar da akıntıya kapılmışcasına eşlik ederdi zamanın çağıldayan akışına.
Yelkovanla buluştuğu anlarda birdenbire durmayı isterdi akrep içinden. Durmayı ve böylece zamanı da durdurmayı isterdi.
İsterdi ki bu sonsuz koşu bir son bulsun ve artık yelkovanından ayrılmasın…
****
Bir şehirde zamanı durdurabilmiş sokaklara rastlarsınız bazen. Geçmişin nöbetini tutarcasına inatla çıkmazlar saklandıkları kuytulardan.
Şehrin ilk kurulduğu bölgelerde, sonradan yapılmış beton binaların arasından bir anda görünüverirler size belki. Merakla adımınızı attığınız o sokaktaki her sahneyle, yıllar öncesine doğru bir yolculuğa çıkarsınız.
Dokunduğunuz taşlar kim bilir hangi zamanlardan kalmadır. Kim bilir kimlerin ellerinin izleri vardır bu kapılarda. Yorgunlukla yaslanmış bir yaşlının bir kaç tel saçı takılmıştır şu duvara belki. Belki de saklambaç oynarken ebe olan çocuğun “yumduğu” yerdeki terli elleri, heyecanlı nefesi sinmiştir şu eski tahta banka.
Sokağın geçmişten gelen sesleri yankılanmaya başlar kulaklarınızda yavaş yavaş. Karşınızda yüzler canlanır bir bir.
İşte saka, işte yoğurtçu. İşte şurada sıcak yaz günlerinde sırtındaki ibriğinden buz gibi şerbet ikram eden şerbetçi.
“Şerbet buuzzzzz!”
Çıkmaz sokaklarda oynayan çocuklar, porta kapıların ardından taşan yemek kokuları, günün yorgunluğuna rağmen hızlı adımlarla akşam yemeğine yetişmeye çalışan kimi genç, kimi yaşlı erkekler…
Ve işte siz o anda;
Arkanızda şimdiki zaman, önünüzde geçmiş zaman, zamansız bir zamanda asılı kalırsınız öylece.
Sokaktan ayrılırken şöyle bir silkinir, sırtınızı geçmişe döner, bugüne gelirsiniz el mahkûm. .
****
Osmanlı’nın ilk başkenti olan, Osmanlı şehri olmazdan önceki evveliyatının M.Ö. 2700’lü yıllara kadar dayandığı Bursa şehri, 60’lı yıllarda başlayan kentleşme sürecinde yok olmaya yüz tutan tarihi eserlerine kol kanat gererek, geçmişle geleceğin iç içe geçtiği görsel zenginliklerle dolu bir şehir halini almaya başladı bugünlerde.
Geçmişi uzun yıllara dayanmasına rağmen Bizans ve Roma dönemlerinden eserlere pek rastlanmayan Bursa’da, Osmanlı döneminden kalan eserlerden -özellikle de camiler- bugün hâlâ dimdik ayakta.
Hamamların bazıları hamam olarak kullanıma açılmış, bazılarıysa kültür sanat etkinliklerine ev sahipliği ediyor.
Köprüler bir bir elden geçiriliyor ve hepsi yeniden can buluyor.
1400’lü yıllardan günümüze ulaşabilen Kapalıçarşı defalarca yanmasına ve defalarca elden geçirilerek hayata dönmesine rağmen tarihi dokusundan bir şey kaybetmemiş.
Kapalıçarşı’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıkarken, geçmişle bugün arasındaki bir tünelde yolculuk ettiğini hisseder insan.
O tünelde yürürken çarşının zamana ayak uydurmuş bol ışıklı dükkanlarının arasında bir çeşme kurnası ilişir bazen gözünüze. Sanki o çeşme kendisini görmeniz için yıllardır sessizce beklemektedir orada.
Susuzluğunuzu dindirdiğiniz o çeşme; pirinç kurnasıyla, mermer taşıyla alır götürür yine sizi eski zamanlara.
Çarşının ilk esnafları geçer önünüzden sıra sıra.
İşte Sahaflar, işte Aktarlar, İvaz Paşa, Gelincik, Sipahiler ve işte Yorgancılar, Sandıkçılar..
Hepsi girerler dükkânlarına, geçerler tezgâhlarının başına. Sonrası bir alışveriş, bir pazarlık, bir hararet ki değme gitsin…
Hararet demişken, bir anda susadığınız gelir aklınıza. Eğilip avucunuza doldurduğunuz suyu kana kana içer, doğrulur ve tekrar bugüne dönersiniz.
Kapalıçarşı’nın kalabalığı ve canlılığı sizi şimdiki zamana çeker.
Zaman hızla akıyordur…
Akan zaman içerisinde siz de bu şehrin geçmişine dahil oluyorsunuzdur şimdi. Sesiniz, nefesiniz, teriniz siniyordur eski-yeni dokunduğunuz tüm mekânlara.
Kim bilir, belki yıllar ve yıllar sonra birileri de sizin bıraktığınız o izlere dokunur ve çağırır sizi kendi zamanına.
İşte o zaman siz de yaşadığınız zaman diliminden çıkar ve karışırsınız ölümsüzlüğün sonsuzluğuna…
****
Zaman bir kaçma kovalamaca oyunu oynar bizimle sanki. Bazen haddinden fazla ağır, bazen haddinden fazla hızlı. Bazen derin derin hüzünlü, bazen cıvıl cıvıl neşeli. Bazen can yakıcı acılı, bazen havalara uçuran sevinçli.
Nasıl olursa olsun, durmaksızın sürüp giden sonsuz bir yolculuk bu…
Canlıların zaman içindeki bu yolculuğuna ömür diyoruz. Ve bütün canlılar ömürlerinin sonunda ölümle buluşup yok oluyorlar.
Şehirler ise ölümsüzlüğü yakalamış.
Caddelerindeki insanlar on sene önceki insanlar değilse de, yine de caddeleri boş kalmamış. Ömrünü tamamlayıp giden insanlar giderken yerlerine yenileri bırakarak şehrin ayakta kalmasını sağlamışlar.
Çatılardaki kediler, sokaklardaki köpekler, ağaçlardaki kuşlar, bahçelerdeki çiçekler yüzyıllardır bu tabloya renk katmışlar.
Şehrin kendisine özel dokusunu oluşturan her ne varsa zamana direnerek ayakta kalmaya çalışmış.
Düşünün bir; Bursa deyince aklınıza yeni yerleşim bölgeleri mi geliyor; yoksa Ulucamisiyle, Muradiyesiyle, Yeşiliyle, Tophanesiyle, Irgandısıyla, Kozahanıyla, Kültürparkıyla, surlarıyla, hanlarıyla, hamamlarıyla, türbeleriyle, köprüleriyle nevi şahsına münhasır bir Bursa görüntüsü mü?
****
Yeni yerleşim bölgelerindeki her cadde, her sokak, her bina yurdun diğer şehirlerindeki binalardan çok da farklı değil. Yeni yapılan her site bir diğerine benziyor.
İçindeki sosyal tesislerinden tutun da, kapılarındaki korumalara kadar neredeyse hepsi yarı açık bir cezaevi görünümünde.
Hiçbirisinde hangi şehre ait olduğunu yansıtan en ufak bir karakteristik özellik yok…
Bursa’nın çevresini saran bu bölgeler insanlara daha sosyal ve daha medenî yaşama alanları vaat etseler de, oralar bizim bildiğimiz anlamdaki Bursa değiller.
Bir şehre kişilik kazandıran her ne varsa hiç birisini zamanın acımasızlığına teslim etmemek, geçmişin izlerini taşıyan her eseri canlı ve sağlıklı tutarak ömürlerini uzatmak, şehrin karakterini bozmadan yaşatmak ve ardımızdan gelen nesillere sağ salim teslim etmek bu şehirde yaşayan tek tek herkesin vazifesidir.
Zamanın imbiğinde süzülüp gelmiş her eseriyle, o eserlerdeki her oymasıyla, her kıvrımıyla, her sütunuyla, her taşıyla geçmişin izlerini taşıyan her şehir saygıyı ve özeni hak eder.
Nasıl ki insan kendisine bahşedilen ömür içerisinde yaşadığı hayat ile zenginleşirse, şehirler de içlerinde yaşattıkları hayatlar ile zenginleşirler.
Evliyalar şehri Bursamızda şehrin dokusuna aykırı tasarlanan her bina, vurulan her kazma, çakılan her çivi, dökülen her beton şehrin siluetine edilen ihanet olarak tarihe geçecektir.

Yenilenerek günümüze kazandırılan ve korunan her bir eser ise, geçmiş ve gelecek adına her birimize minnettar kalacaktır…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.