Yunan uyruklu Batı Trakya Türkleri gerçeği – 5

Aydın Ömeroğlu Köşe Yazısı

Yunan uyruklu Batı Trakya Türklerinin sorunları; ekonomik, eğitimsel ve dinsel olmak üzere üç ana başlık altında toplanabilir.
Ekonomik sorunlar:
Azınlık nüfusunun ezici çoğunluğu köylerde oturuyor ve geçimini tarımsal üretimden sağlıyor. Tütün ve pamuk başlıca gelir kaynağı. Sanayide kullanılan bu iki ürünün pazarlanması konusunda Türk Hükümetlerinin şöyle yardımları olabilirdi. Örneğin, Azınlık çiftçilerinin kooperatiflerde örgütlenmesi sağlanırdı. Bu sayede tütün ve pamuğun pazarlanmasını doğrudan kooperatif yapar, kâr tüccarın cebine değil üreticilerin eline geçerdi. Tütünü TEKEL, pamuğu ise Türk tekstil sanayicileri satın alırdı.
Bu noktada duyarlı okuyucum şunu sorabilir: Sizin önerdiğiniz bu model ancak Atatürk’ün halkçı ekonomi anlayışındaki hükümetlerin işi. Atatürk’ün ölümünden sonra o hükümetlerin Türkiye’de mum ile aranmakta olduğunu siz herhalde halen öğrenmiş değilsiniz. Türk ekonomisi emperyalizmin kıskacında kapitalist ekonomiye evrilirken kendi ülkesindeki emekçileri düşünmeyeler, Batı Trakya’daki tütün ve pamuk üreticilerini mi düşünürler…
Bana bu sözleri yöneltenlere, ne yazık ki, haksızsınız diyemiyorum. Tütün ve pamuk üreticileri tüccarların insafına terkedilmiş. Zaten gelir maliyeti karşılamıyor. Karın tokluğuna çalışılıyor. Bu yüzden bölgede gelecek göremeyen gençler iş ve aş için Almanya ve Hollanda’ya gidiyor.
Eğitimsel sorunlar:
Lozan Barış Antlaşması’nın koruma altına aldığı söz konusu Azınlıklara eğitim konusunda sınırlı bir özerklik tanınıyor. Antlaşma’nın 40. maddesinde, “Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.” deniyor.
Sözü edilen bu sınırlı özerklik İstanbul’daki Yunan, Ermeni ve Yahudi asıllı Türk yurttaşları ve Batı Trakya’daki Türk asıllı Yunan yurttaşları açısından değerlendirildiğinde, İstanbul’daki Azınlıkların zengin durumlarına karşılık Batı Trakya’daki Azınlığın fakir hali görülür. Yunan uyruklu Batı Trakya Türklerinin eğitim işleri Yunan ve Türk Devletlerinin yardımları sayesinde ayakta duruyor. Türk Devleti Lozan Antlaşması’ndan doğan taraftarlığı, Yunan Devleti ise Antlaşma’nın 41. maddesindeki yükümlülüğü gereği yardımda bulunuyor.
Dinsel sorunlar:
Camilerde günde beş vakit ezan okunuyor, namaz kılınıyor. Dinsel sorun olarak 1923’ten beri süregelen en önemli sorun müftü seçimi. 1913 Atina Antlaşması’nın ilgili maddesinde Müslümanların müftü seçmeleri öngörülüyor. Bu hüküm, Yunan Meclisi’nin 1920’de çıkardığı 2345 sayılı yasa ile iç hukuka uyarlandı. Müslümanların katılımıyla bir nevi milletvekili seçimleri yöntemiyle müftü seçilmesi kurallara bağlandı. Ancak bu yasa hiçbir zaman uygulanmadı. Batı Trakya’da her müftünün ölümünden sonra müftü seçimi tartışması yapıldı. Fakat bir sonuç alınamadı.
Günümüzde Batı Trakya’nın Gümülcine ile İskeçe illerinde ikişer Müftü bulunuyor. Yunan Devleti’nin tayin ettiği ve Türk Devleti’nin tanıdığı. Yunan Devleti zaten 1923’ten beri Müftüleri tayin ediyor. Tayin, Devletin hükümranlık hakkı. Sorun bu değil. Sorun, Yunan Devleti’nin Azınlığa seçme hakkını kullandırmaması.
Türkiye’nin tanıdığı Müftüler ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
ANAP Hükümeti’nin açıktan desteği sayesinde 1989 seçimlerinde Dr. Sadık Ahmet ile Ahmet Faikoğlu “bağımsız” milletvekili seçtirirdiler. Bu iki Milletvekili ANAP’ın desteği ile devlet içinde devlet psikolojisi ile hareket etmeye başladı. Müftü seçimi hakkının kullanılması için Yunan yönetimine karşı hukuk düzleminde ilkeli mücadele edileceğine, sorun Azınlığın politikacıları tarafından siyasallaştırıldı. 2345/1920 sayılı yasada öngörülen seçim önce İskeçe’de yapıldı. “Bağımsız” Milletvekili Ahmet Faikoğlu’nun 7 Ağustos 1990 tarihli çağrısı ile 17 Ağustos 1990 Cuma günü, namazdan sonra, cemaatın el kaldırması yöntemiyle müftü seçimi yapıldı. Adaylar arasından Mehmet Emin Ağa müftü seçildi. 17 Aralık 1990 tarihinde “bağımsız” milletvekili Sadık Ahmet’in çağrısı üzerine, 28 Aralık 1990 Cuma günü Gümülcine camilerinde de aynı yöntemle müftü seçimi yapıldı ve İbrahim Şerif müftü seçildi.
Her ilde yapılmış olan müftü seçimlerinin hiçbir yasal dayanağı yok. Bunun yanında, 1913 Atina Anlaşması’nın ilgili hükmünde Müslüman kadınların da seçime katılması öngörülürken, kadınlar camilerde el kaldırma müftü seçiminin dışında bırakıldı. Türkiye seçilen Müftüleri tanımakta ve maddi olarak desteklemektedir. Oysa Atina Antlaşması gereği Türk Devleti sorunun hukuk düzleminde çözülmesi için yükümlülük haklarına sahip.
Özetle söylemek gerekirse, müftü seçimi sorunu Yunan ve Türk Devletlerinin hukuk ve hukukun üstünlüğü konularındaki zaafları yüzünden çözümsüz kalmakta, siyasal amaçlar için kullanılmaktadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.