Yunan uyruklu Batı Trakya Türkleri gerçeği – 4

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Lozan Barış Antlaşması’nın Azınlıkların Korunması kesiminde sözkonusu Azınlıkların azınlık ve yurttaşlık hakları ile ilgili maddelerde (37-45) belirtilen haklar; “çok özetlenmiş biçimde ve tamamıyla genel niteliktedir.” Yunanistan ile Türkiye bu hükümleri; “karşılıklılık ilkesi” (m.45) çerçevesinde “temel yasa” (m.37) ve “uluslararası yükümlülük” (m.44) niteliğinde kabul etmektedir.
İligili maddelerde dile getirilen hakların uygulanması noktasında bir çelişki etkili olmuştur.
Nedir bu çelişki?
Her iki Azınlığın 1920’lerdeki sosyo-ekonomik konumları yurttaşı oldukları ülkenin ekonomisinde şöyle bir çelişki doğurmuştu:
Anımsanacağı üzere, dirlik sistemi bozulunca, Batı Trakya’da binlerce dönümlük çiftlik sahibi Türk Beyleri ortaya çıktı. Diğer yandan, Osmanlı Devleti’nin yarı-sömürge haline gelme sürecinde İstanbul’daki Osmanlı uyruklu Yunan asıllı nüfusun belli bir kesimi emperyalizmin işbirlikçisi konumu elde etti. Her iki Azınlığın bu sosyo-ekonomik yapıları 1920’lerde de mevcudiyetini devam ettiriyor ve her iki ülke ekonomisinin ihtiyaçları ile çelişiyordu.
Bu çelişki Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesinde şöyle bir uygulamaya yol açtı: Yunan Hükümeti Türkiye’den gelerek ülkeye ve bölgeye yığılan Yunanlı göçmenlerin yerleştirilmesi, onların üretime katılması için Türk Beylerin çiftliklerini “zorunlu veya gönüllü” olarak kamulaştırdı. Bu uygulama Yunan uyruklu Türklerin ekonomisine ağır bir darbe vurdu.
Cumhuriyet Hükümeti Yunan Hükümeti’nin bu uygulamasına sessiz kalmadı. Yunanistan’ı Milletler Cemiyeti’ne şikayet etti. Aynı zamanda, İstanbul’daki Türk uyruklu Yunanlıların mallarına el koydu.
Böylece, iki ülke arasında söz konusu çelişkinin neden olduğu “misilleme” ve “karşı misilleme” süreci başladı.
Söz konusu çelişki İstanbul’da ise somut olarak şuydu: Türk Devrimi’nin milli ekonomisinin ihtiyaçları ile İstanbul’daki Türk uyruklu Yunan asıllı nüfusun bir kesiminin emperyalizmin işbirlikçisi konumu birbiriyle çelişiyordu. Atatürk döneminde bu çelişki, Yunan asıllı nüfusu milli ekonomiye uyarlama yöntemiyle çözülmeye çalışıldı.
Atatürk’ün ölümünden sonra terk edilen halkçılık ilkesine dayanan karma-ekonomi liberal zihniyetin iktidarı ele geçirmesiyle, söz konusu çelişkiye yaklaşımda niteliksel değişim meydana geldi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve NATO şemsiyesi altına sığınan Türk Hükümetleri, ABD ve CIA’nın Devlet içinde yuvalanmasına duyarsız kaldı. Bu yapı, 6/7 Eylül 1955 olaylarının kapısını açtı. O menfur olaylar Türk uyruklu İstanbul Yunanlılarının ekonomisine ağır darbe vurdu. Fakat en ağır darbe, Atatürk ile Venizelos’un öncülüğünde imzalanmış olan ve iki ülke arasında ortak pazar uygulamaları öngören “Oturma-Tecaret ve Denizcilik Sözleşmesi”nin Türk Hükümeti tarafından tek yanlı yürürlükten kaldırılması, ardından binlerce Türk ve Yunan uyruklu Yunanlıların İstanbul’dan sürgün edilmesiyle vurulmuş oldu.
Özetle söylemek gerikerse, her iki Azınlığın sözü edilen yapısı tasfiye edildikten sonra geriye emeği ile geçinen dar gelirli insanlardan oluşan bir toplum kaldı.
Günümüzde İstanbul’daki Türk uyruklu Yunanlıların sayısının birkaç bin olduğu tahmin edilmekte. Buna karşılık, Batı Trakya’da Yunan uyruklu Türklerin sayısının yüz binin civarında olduğu söylenebilir.
Yunan Hükümetlerinin ayrımcı uygulamaları, bunun yanında ülke ekonomisinin zayıf yapısı nedeniyle 1960’lı yılların sonlarından itibaren Batı Trakya’dan Almanya’ya önemli bir işgücü göçü yaşandı. Yunan uyruklu Türklerin ezici çoğunluğu köylerde yerleşik olup geçimini tarımsal üretimden sağlamaktadır. Başlıca gelir kaynağı tütün, pamuk, mısır, sebze ve meyvecilik, küçük ve büyük baş hayvan besiciliği. Üretilen ürünlerin geliri giderleri karşılamıyor. Bu nedenle genç nüfusun ezici çoğunluğu halen devam etmekte olan ekonomik sıkıntılar yüzünden AB ülkelerinde iş ve aş peşinde.
Özetin özeti: Atatürk’ün ölümünden sonra Türk ekonomisinin liberal zihniyetin etkisinde giderek emperyalizmin kıskacında kapitalist ekonomiye dönüşmüş olması sadece Türk milleti için kötü sonuçlar doğurmadı, Balkan ve Orta-Doğu ülkelerinin halkları için de olumsuz etkileri oldu.
Bu bağlamda bir olayı sizlerle paylaşayım. Basma çeşidi tütün Azınlık ekonomisinin bel kemiği durumundaydı. Bu konu üzerine üç kitap yazdım İki defa tütün üreticilerinden binin üzerinde imza toplayıp, Avrupa Birliği Komisyonu’nun Tarım Komiserine dilekçe ile başvurdum. Tütünün bölge ve Azınlık insanı için taşımakta olduğu yaşamsal öneme dikkat çektim. Her iki dilekçeme de olumlu yanıt aldım. Fakat Türk Hükümeti tütüncülerin hakları için önderliğimde yürütülen mücadeleyi desteklemedi. Bu arada, Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı’ndan Batı Trakya’ya gelen üç kişilik bir Heyet’e, TC Gümülcine Başkonsolosluğu’nda bir saat süren tütün konulu bir sunumda bulundum. Sunum sonunda Heyet Üyelerinden biri bana, “Siz iğne ile kuyu kazıyorsunuz.” dedi.
Kendilerine şu cevabı verdim: Siz TEKEL’i satarsanız, sadece Türkiye’deki tütüncülere kötülük yapmış olmazsınız, aynı zamanda Batı Trakya ve Balkanlardaki tütüncü soydaşlarınıza da kötülük yapmış olursunuz. “Batı Trakya ve Balkanlardaki soydaşlarımıza sahip çıkıyoruz.” sözleriniz de laf-ı güzâftır.
Nitekim, TEKEL satıldıktan sonra bu acı gerçeği hep birlikte yaşıyoruz.
Salı gününe, Azınlığın sorunları.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.