Durumlar Yöm-YÖK

Üniversitelerimizi yönettiği iddia edilen Yüksek Eğitim Kurumunun (YÖK) kuruluşunun üzerinden 37 yıl geçti. Bir düzen, bir ilerleme olmasını bırakın durum 37 yıl öncesine göre çok daha kötü.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda yüksek öğretim anlamında eğitim veren tek kurum olan Dar-ül Fünun Cumhuriyet devrimine direniyordu. Ulusal Kurtuluş Savaşına duyarsız kalan hoca efendiler üniversite bahçesinde toplu fotoğraf çektiren öğrencilerle ilgili disiplin soruşturması yapıyorlardı. Bugünlerde Reis beyin hedef tahtasına oturttuğu Dr. Reşit Galip kız öğrencilerin etek boyu ile uğraşan rektör ile giriştiği tartışma nedeniyle Atatürk’le bile karşı karşıya gelmiş, sonuçta Milli Eğitim Bakanlığı sırasında ilk Üniversite reformuna imza atmış, Hitler rejiminden kaçan Alman profesörler ile çağdaş üniversitenin adımlarını atmıştı.
Siyasetin üniversite ile uğraşması Demokrat parti döneminde de sürdü ve 27 Mayıs’a giden yolu açtı. Aynı tablo 1961 Anayasası ile gelen özgürlükler ortamında 1968 yılında başlayan gençlik hareketinin bastırılması girişimlerinde de görüldü. 12 Mart 1971 askeri darbesi gelmeden önce AP iktidarı hazırladığı üniversite “reformu” ile yine ateşle oynuyordu.
12 Eylül faşist darbesini yapanların gerekçelerinden biri de üniversitelerin özerkliğiydi. 12 Eylül darbesinin ilk işlerinden biri 6 Kasım 1981 tarihli YÖK yasasıydı. Henüz yeni anayasa yapılmamıştı. Ancak anayasa 6 Kasım 1981 tarihli YÖK yasasına uyduruldu.
YÖK yasası başta öğrenciler olmak üzere öğretim üyelerince sert şekilde eleştirildi. 12 Eylül rejiminin getirdiği baskı ortamı gevşedikçe YÖK protestoları da arttı. Her yıl 6 Kasım tarihi büyük kentler üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerince protestolarına sahne oldu. Her 6 Kasım sonrasında gözaltılar, tutuklamalar yaşandı. İlk YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın 11 yıl süren başkanlık döneminde üniversitelerde idari özerklik şöyle dursun, bilimsel özerklik de kalmadı. Çelik bir cendere ile yönetilen devlet üniversitelerine vakıf üniversiteleri eklenerek üniversite eğitiminde özelleştirme başladı. Yüksek öğretim ticarileşirken öğrenciler müşteri haline getirildi. Güzel kantinler, lüks binalar, yurtlar, servis araçları üniversitelerin “kalitesinin” ölçüsü sayıldı.
Mehmet Sağlam’ın 3 yıl süren YÖK başkanlığı döneminde üniversiteler gerici rektör ve dekanların yönetimine teslim edildi. Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanlığı 28 Şubat dönemi ile çakışınca Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de desteği ile Mehmet Sağlam döneminde atanan gerici rektörler ayıklanarak yerlerine Atatürkçü rektörler atandı. Bu atamalarda rektörlük seçimlerinde alınan oylar ağırlıklı şekilde belirleyici oldu.
Kemal Gürüz dönemini takip eden Erdoğan Teziç dönemi AKP iktidarının üniversiteler ile tam bir çatışmasına sahne oldu. YÖK yasası kötüydü. Değişmeliydi. Ancak bu dönemde bazı “aydınlar” ile liberal sol YÖK’e saldırmayı sürdürdü. Oysa bu dönemde YÖK, yönetimde bulunan değerli aydınlar nedeniyle görece daha iyi yönetiliyor, liberal sol, AKP ile birlikte YÖK’e saldırıyordu. Bu dönemde bazı “sol” gurupların İstanbul Üniversitesi önünde türban eylemlerine bile tanık olduk.
Bu dönemde rektörler, üniversite senatoları AKP’nin rejimi hedef alan saldırılarına karşı çıkıyor, bildiriler yayınlıyordu. Ancak 2007 yılında AKP, YÖK’e hakim oldu. AKP’nin YÖK’e hakim olması aynı zamanda “Ergenekon” tertibinin de başlangıcı ile çakışıyordu. CIA destekli FETÖ tertibine AKP de sarıldı. Değerli komutanlar yanında çok sayıda üniversite rektörünün evleri basılarak tutuklandı. İlk saldırı Van Rektörü Yücel Aşkın’ı hedef aldı. Kemal Alemdaroğlu, Mustafa Yurtkuran, Ferit Bernay, Fatih Hilmioğlu tutuklananların başında yer aldı. Bu tutuklamalara Kemal Gürüz adı da eklendiğinde Gürüz darbenin nereden geldiğini anlayamamış ve “ben Amerikancıyım” diyerek tepki vermişti.
YÖK teslim alınmış ve artık yok hükmündedir. YÖK adı artık çağ dışı olaylar ve mizah bile denemeyecek gelişmelerle anılmakta, rüya tabirleriyle, şeytanlarla uğraşmaktadır. Bütün yöneticileri tek seçici tarafından seçilmekte, beğenilmez ya da FETÖ’cü çıkarsa derhal yerine yenisi atanmaktadır. Rektör seçimleri artık değersizleşmiş, pek çok öğretim üyesi rektör adayı olmayı küçültücü bulduğundan aday bile olmamaktadır.
Bizim içimizi acıtan nokta ise AKP’nin YÖK’e saldırılarının başladığı yıllarda AKP ile birlikte YÖK’e saldıran liberal solcular ile bazı “aydınların” şimdilerde YÖK hakkında herhangi bir eleştirisine tanık olunmamasıdır. Reis üniversitelerin Dünya ölçeğinde ilk 500 içinde yer almamasını eleştiriyor. Haklıdır. Üniversiteler cephesinde durumlar Yöm-YÖK.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.