Ya siz neredeydiniz?

Bugün Hocalı katliamının 24. yıl dönümü…
26 Şubat 1992 yılında akıllara sığmaz bir katliamın yaşandığı Azerbaycan’ın Yukarı Karabağ Bölgesi’nde, Hocalı şehrinde yaşayan insanlar bu vahşet ile karşı karşıya kalmış iken ‘ben neredeydim’ diye sordum kendi kendime.
Ve sonrasında bu yazı çıktı ortaya.

Naziler’in Yahudiler’e uyguladığı soykırımı anlatan filmleri izlerken aklımdan geçen tek bir soru olurdu;

“Bu vahşet yaşanırken nasıl oldu da diğer insanlar sanki her şey yolundaymış gibi yaşayabildiler?”
1939’dan 1945’e kadar süren ve 40 ilâ 50 milyon insanın öldüğü söylenen dünya tarihindeki bu en büyük savaşta, savaşa taraf olmayanlar savaş esnasında ne yapıyorlardı?
Belki de savaşın girdabına kapılmamak için azami bir gayret sarf ederek her şeyi görmezden geliyorlardı.
Ya da iletişim teknolojisi şimdiki kadar gelişmiş olmadığından yaşananlardan bihaberlerdi.
O savaştan sağ çıkıp da yaşadıklarını aktaranların hikâyelerinden oluşan filmlerle birlikte, savaşın harlı yüzü insanların yüreklerini dağlamış, savaş gerçekleri tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilmişti…
****
Kendi çağımıza dönecek olursak;
1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı’nda yaşananlardan benim ne kadar haberim vardı?
Ayşe Kulin’in Sevdalinka’sını okuyana kadar her şeyin had safhada canice olduğunu biliyor muydum?
O kadar ki, kitabı okurken midem kasılıyordu.
Üstelik bu kurgu bir roman değildi. Benim okumakta dahi zorlandığım vak’aların hepsi yaşanmıştı.
Çevirdiğim sayfalarla birlikte şimdi ben de o savaşın içindeydim.
O insanları anlıyordum, o havayı soluyordum, onlarla yaşıyor, onlarla ölüyordum…
****
Henüz çok da uzak olmayan bir tarih, 2001 ekimindeki Afganistan Savaşı’ndan ne kadar haberdardım?
Ya 2001 öncesinden?
11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırılarını an be an canlı izlemiştim. Ardından da ABD Afganistan’a saldırmıştı.
Taliban, Usame, Amerika, savaş, bomba, burka…
Bunların hepsi sadece birer haberdi sanki.
Uzaklardan bana ulaşana dek önemini kaybeden, duyduğum ilk anda kızgınlıkla karışık üzüldüğüm, sonra da kendi dünyama dalıp unuttuğum haberler.
Ta ki Afgan yazar Khaled Hosseini’nin Bin Muhteşem Güneşi‘ni okuyana dek…
****
Ya 1990’da ABD Kuveyt’e saldırdığında neredeydim?
Gökten yağan bombalar bir yanda, uçaksavarların takırtısı bir yanda, sanki bir savaş oyunu izliyormuşcasına herkesle birlikte canlı yayın savaş izliyordum.
Bombaların yağdığı şehirlerdeki can pazarını değil, sadece televizyonda gördüklerimi biliyordum.
****
26 Şubat 1992’de Ermeni kuvvetlerince gerçekleştirilen Hocalı katliamında birçok insan yakılırken, gözleri oyulurken, başları kesilirken ve bu vahşete hamile kadınlar ve çocuklar da maruz kalırken ben neredeydim?
Ya İran, Irak, Myanmar, Filistin ya da Afrika’nın kimsesizliğinde yaşanan kıyımlarda.
Yıllardır belimizi büküp ciğerimize on binlerce ateş düşüren Güneydoğu karmaşasında.
Ve şimdi şu anda devam etmekte olan Suriye İç Savaşı’nda.
Açıkça görülüyor ki kendi çağımızda yaşanan katliamlara karşı “dur” diyemiyoruz.
Ya gaflet ya da “Bana dokunmayan yılan…” misali önce kendi canımızın güvende olması daha ağır basıyor.
****
Unuttuğumuz ya da umursamadığımız savaşlarda da herkesin kendince bir öyküsü var ve bir gün birileri o öyküleri yazacak.
Sanatı doğru kullanan taraf yaşananların gerçek yüzünü anlatacak.
Sanatın gücünü yanlış kullanan taraf da çıkacak ve o taraf kendisini haklı çıkartmak adına yayın üzerine yayın yapacak.
Ne uluslararası toplantılar, ne alınan kararlar, ne bildiriler ve ne de kınamalar sanat kadar etkili olmayacak.
İnsanın kendisiyle yüzleşebilmesi için yüzüne ayna tutan, yüreklere dokunan, geçmişe saygı duyurup geleceğin sorumluluğunu taşıtan, belki de bu sayede dünyayı daha yaşanabilir kılan sadece sanat.

“Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” demiş Atamız.
Hayatı daha iyi anlamanın ve daha iyi anlatmanın tek yolu da böyle bir dışa vurum olsa gerek…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.