Vatan Savaşı mı, İkinci İstiklâl Savaşı mı? -3-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

nadolu Ajansı, Sayın Erdoğan’ın Birinci Meclis’teki konuşmasını Türk Devrimi’nin düşünsel ve eylemsel önderi Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafı ile birlikte kamuoyuna duyurdu. Bununla, Türk milletine ve dünya kamuoyuna, Sayın Erdoğan’ın “İkinci İstikâl Savaşı”nın Başkomutanı olduğu mesajının verilmek istendiği besbelli.
Kuşkusuz, Türkiye yabancı bir devletin askerî işgali altında bulunmuyor. Dolayısıyla, vatan savaşının yürütülmekte olduğu da söylenemez. Ama ekonomik düzlemde ülkede öyle bir durum sözkonusu ki, o da, Türk ekonomisinin emperyalizmin kıskacında olduğu gerçeğidir.
Başkan Sayın Erdoğan Birinci Meclis’teki konuşmasında; “Bu dönemin sorumluluğu çok önemlidir. Hem inşa, hem ihya edeceğiz. Milletimizin her bir kesimi kendi üzerine düşenleri en güzel şekilde yerine getirecek ve böylece Türkiye’mizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartacağız”. dedi.
Bu ifadeler kulağa hoş geliyor ve milli duyguları okşuyor. Gerçekte hiçbir yurtseverin reddetmeyeceği düşünceler, ama gel gelelim ki üzerinde düşünülüp taşınılmayacak ifadeler de değiller.
Neden mi?
Adalet ve Kalkınma Partisi 2002’de iktidara geldiği tarihte Sayın Erdoğan Birinci Meclis’te konuşmuş olsaydı, alıntıladığım sözlerini o zaman dile getirmiş olsaydı, halkın alınteriyle kurulmuş devlet fabrikalarının “babalar” gibi satılmasına müsaade etmemiş olsaydı, var olanların yanına özel sektörün yenilerini eklemiş olsaydı, Atatürk’ün ölümünden sonra devletçi karma-ekonominin emperyalizmin kıskacında hukuku içselleştiremeyen bir yapıya dönüşmüş halini olabildiğince yerlileştirip millileştirebilmiş olsaydı, Devlet bünyesine sinsice sızmış FETÖ’nün daha o tarihte temizlenmesine girişilmiş olsaydı…
Bu olsaydılar maddî ve manevî alanlarda öylesine çoğaltılır ki… İşte o zaman, insan, on altı yıl neden beklendi sorusunu yöneltme ihtiyacını duymaz.
Devrimin barış koşullarında devam ettirildiği 1923-30 arası devletçi karma-ekonomi, özel sektörü öncelikleyen bir anlayışın etkinliğiyle uygulandı. Fakat istenilen başarı sağlanamadı. Türk Devrimi’nin askerî evresi, 1923-30 arası; siyasal, ekonomik, sosyal, dinsel bağlamdaki gelişmelerin deneyimleri ve nihayet 1929’da patlak veren Dünya Ekonomi Buhranı, devletin ekonomiye daha etkin bir şekilde müdahil olmasını kaçınılmaz hale getirdi. Devrim’in düşünsel temeli olan “Altı Ok” işte bu tarihsel koşullarda oluşturuldu. 1930-38 arasında maddî ve manevî alanlardaki başarılar “Altı Ok” düşüncesi sayesinde gerçekleştirildi
Başkan Sayın Erdoğan Birinci Meclis’teki konuşmasında şu hususa dikkat çekti:
“Tarihi dönüşümün ilk adımını bu kutlu çatının altında atıyoruz. Cuma saati, bugünün bereketinden istifade amacıyla seçilmişti. Biz de aynı amaçla burada toplandık.”
“Rabia”nın (tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet) “Tarihi dönüşümün” simgesi olduğu kanaatı toplumda yaygın bir algı..
“Tarihi dönüşüm” ile kastedilen, “Altı Ok” gerçeğinin artık tarihin sayfalarına terkedilmesi değilse, ne olabilir?
Sayın Erdoğan’ın Birinci Meclis’teki konuşması insanda, sanki on altı yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde değilmiş, yeni seçilmiş ve de enkaz devralmış bir Başkan’ın milletine yapacaklarını anlatıyor duygu ve düşüncesini uyandırıyor.
Her yurtsever Sayın Erdoğan’ın başarısından elbette ki memnuniyet duyar.
Fakat her yurtsever şu soru ile hesaplaşmaktan da herhalde kendi alıkoyamıyordur: “Altı Ok”, tarihin sayfalarına terkedilecek kadar geçerliliğini yitirdi mi? Ya da şöyle soralım: Türk Devrimi tarihselliğini tamamladı mı?
Bence, ne “Altı Ok” geçerliliğini yitirdi ne de Türk Devrimi tarihselliğini tamamladı. Çünkü Türk Devrimi’nin üçüncü evresi sonu açık bir süreçtir.
Bu bağlamda geçen haftaki sorumu yineleyeyim: 2002’den beri mevcut ekonomik yapının özel sektörüyle Türkiye’mizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartmada, aynı zamanda, AB, ABD, Çin, Rusya, kısaca, dünyadaki özel ve devlet tekelleriyle rekabette başarılı olundu mu?
Başarılı olunmuş olsaydı;
* Bugün, Türkiye içte ve dışta karşı karşıya kaldığı sıkıntılarla meşgul olmayacaktı,
* Yerli ve milli markaların üretimiyle dünya piyasalarında rekabet ediyor olacaktı,
* Her türlü terör örgütlerinin etkinliği çoktan sıfırlanmış olacaktı,
* Bölgesinde ve dünya ölçeğinde; barışın, refahın, huzurun, işbirliğinin, insan onuruna gösterilen saygının örneği olmuş olacaktı,
* Mustafa Kemal’in İzmir İktisat Kongresi’nde vurguladığı, Cumhuriyet’i kuran Türkiye halkının bütün sınıfları; “… aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler.” düşüncesi memnuniyet verici bir düzeyde hayata geçirilmiş olacaktı,
* Eğitim ve sağlıkta dünyaca gıpta edilecek gelişmeler gerçekleştirilmiş olacaktı.
Türk tarihinde övünülecek dönemleri kimse yadsımıyor, yadsıyamaz da. Ancak Türk Devrimi’nin bu tarihsel süreçte farklı bir yeri var. Bu farklılık, sanayi devriminin yol açtığı ve Devrim’in meydana geldiği tarihsel koşullardan kaynaklanmaktadır. Söz konusu tarihsel koşullar; bir yandan emperyalist ülkeler arasındaki rekabet, diğer yandan emperyalist ekonomilerle Sovyetler Birliği’nde uygulanan sosyalist ekonomi arasında yaşanmakta olan rekabetti.
Halen hızla gelişen teknoloji boyutuyla devam etmekte olan rekabet koşullarında mevcut ekonomik yapının özel sektörüyle başarılı olma olasılığı, doğrusu ya, çok zayıf görünüyor. Her ne kadar Sayın Erdoğan Devlet yönetiminde, dolayısıyla ekonomide de tek ve son söz söyleyen konumda olsa da… Çünkü, bir insan nasıl tek ayağı ile rahat yürüyemiyorsa, bu durum ekonomi için de geçerlidir. Hele hele de emperyalizmin kıskacındaki özel sektörle sözünü ettiğim rekabette başarılı olmak gerçekten zor. Türk ekonomisindeki 1938 sonrasının deneyimleri, bunun açık ve ibretlik ve de ders alınması gereken somut örneğidir.
AB, ABD, Çin, Rusya, kısaca, dünyadaki özel ve devlet tekelleriyle rekabette başarılı olmak ve Türkiye’mizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartmak için, Devrimin demokrasi koşullarında devam ettirilmesi ve yeni bir ekonomik model üzerinde milli uzlaşmanın sağlanması, Türk milletini meydana getiren bütün sınıflara meydan okuyan bir görevdir diye düşünüyorum.
Gelecek hafta, bu konuyu açıklamaya çalışacağım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.