Vatan Savaşı mı, İkinci İstiklâl Savaşı mı? -2-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Devrim’in demokrasi koşullarında devam ettirilmesi ve bu sürecin daimî ana önceliği nedir?
Birinci İstiklâl Savaşı, Türk Devrimi’nin askerî evresidir.
Cumhuriyet’in ilân edildiği 29 Ekim 1923, Devrim’in barış koşullarında devam ettirilmesinin başlangıç tarihidir.
Cumhuriyet Halk Fırkası; Devrim’in düşünsel ve eylemsel önderi Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu, Devrim’in barış koşullarında devam ettirilmesine öncülük etmiş olan Parti’dir.
Devrim’in demokrasi koşullarında devam ettirilmesi ve bu sürecin daimî ana önceliğinin ne olduğunu kavramak için, Devrim’in özü ve tarihsel işlevinin ne olduğunu bilmek gerekir.
Devrim’in özü nedir?
Bilindiği üzere, Devrim’in askerî evresini oluşturan anti-emperyalist Milli Kurtuluş Savaşı (Birinci Kurtuluş Savaşı) Türkiye halkının topyekün seferberliği sayesinde zafere ulaştırıldı. Ümmet sistemine dayalı olan çökmüş Osmanlı Devleti yerine, millet esasına dayalı Cumhuriyet Devleti kuruldu. Musatafa Kemal Türk milletini; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” diye tanımladı. İzmir İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında Cumhuriyet’i kuran Türkiye halkının bütün sınıfları; “… aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler.” düşüncesinin önemini vurguladı. Türk milletinin maddî ve manevî zenginliği için Kongre’de devletçi karma ekonomi modeli benimsendi.İşte, Devrim’in özü; Türk milletini meydana getiren bütün sınıfların demokratik birlikteliği temeline dayanan maddî ve manevî zenginliğidir.
Devrim’in tarihsel işlevi nedir?
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminin savaşlarını bizzat yaşamış, Devrim’in askerî evresini halkıyla birlikte zafere ulaştırmış başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, barışın önemini çok iyi kavramış biriydi. O’nun; “Yurtta barış, dünyada barış!” özdeyişi, Devrim’in tarihsel işlevidir.
Cumhuriyet tarihi, diğer bir söylemle, Devrim’in barış koşullarında ve tek partili siyasal yaşamda devam ettirildiği Atatürk dönemi ile günümüze uzanan çok partili yaşamdaki dönemi incelendiğinde, Devrim’in özü ve tarihsel işlevi bağlamında iki siyasal zihniyetin birbirleriyle rekabet halinde oldukları görülür. Biri; iki Mustafa’nın temsil ettiği emeğe değer veren halkçılık zihniyeti, diğeri; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ve onların takipçilerinin temsil ettiği liberal zihniyet.
Atatürk’ün ölümünden sonra liberal zihniyet taraftarları önce Cumhuriyet Halk Partisi içinde etkili oldular. 1950’de kendi siyasi partilerini kurdular. O tarihten sonra girdikleri seçimleri kazanarak Devlet yönetimine egemen oldular.
Özel ve devlet sektörlerinden meydana gelen devletçi karma-ekonomi, doğası gereği, özel sektörü öncelikleyen, dolayısıyla liberal zihniyetin devlet yönetiminde egemen olmak istediği kapitalist ekonomi modelidir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası kurucuları çoğunlukla Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarıydı. Ama ekonomide liberal zihniyeti temsil ediyorlardı. Halifelik konusunda farklı düşünceleri vardı. Bu yaklaşımları nedeniyle eğitim düzeyleri düşük, dinsel bilgileri eksik olan seçmenleri dinsel içerikli söylemlerle etkilemeleri kolaydı. Nitakim Halifelik özlemine yönelik dinsel söylemler etkili oldu ve geniş bir seçmen kitlesinin desteği kazanıldı. 1950’den sonra iktidara gelmiş ve günümüzde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim başarılarında bu yaklaşımın belirleyici etkisi olduğu görülmektedir.
Ne var ki, Devlet’in yönetimine gelmiş liberal zihniyetteki partiler emperyalist ekonomilerin özel ve devlet tekelleriyle rekabet edebilecek nitelikte ve nicelikte bir özel sektörün oluşmasını sağlayamadılar. 1930-38 Atatürk döneminde halkçılık zihniyetiyle uygulanmış olan devletçiliğin ekonomiye kazandırdıklarının, halkın refahının ve eğitim düzeyinin yükseltilmesinin üstüne çok çok daha fazlasını katamadılar. Bunu, 2002’den beri Devlet’i yöneten AKP Hükümetleri de pek başaramadı. AKP’nin en başarılı olduğu, halkın vergileriyle kurulmuş devlet sektöründeki fabrikaları “babalar gibi” satmak oldu. Oysa marifet satmak değil, var olanları geliştirmek, yenileriyle çoğaltmaktır.
Devlet’in yönetimi şimdi Beştepe’de.
Soru şu: Sayın Erdoğan mevcut ekonomik yapının özel sektörüyle AB, ABD, Çin, Rusya, kısaca, dünyadaki özel ve devlet tekelleriyle rekabette başarılı olabilir mi?
Gelecek hafta, Devrim’in demokrasi koşullarında devam ettirilmesi ve bu sürecin daimî ana önceliği nedir konusu bağlamında bu sorumuzu yanıtlamaya çalışacağım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.