Üvey Baba

Eski Türk filmlerinde üvey babaların gaddarlıklarını, el kadar sabilere acımasızca attıkları dayakları, çocukları insafsızca hırpalayışlarını, evlatları işkence görürken biçare annelerin döktükleri gözyaşlarını korkuyla izlemişsinizdir.
Kendinden olmayanı reddetmekte ve yok etmeye çalışmaktadır üvey olan.
En derinlerdeki kanunlara uymaktadır ne yaptığını bilmeksizin.

Ormanda en vahşi haliyle bugün de sürmektedir bu kanun.
Sürünün liderliği için dövüşür erkek aslanlar mesela.
Eski lider dövüşte yenilip de liderliği kaybettiğinde sürüden atılır. Yeni gelen geçer başa ve eski liderin yeni doğmuş yavrularını boğup parçalar.
Der ki en güçlü benim, benim kadar güçlü yavrular olmalı bu sürüde.
Üstelik yavrusu olduğu kadar çiftleşmeyecektir dişi aslanlar da.
Erkek aslan en kısa yoldan giderek gereğini yapar ve kendi krallığını ilan eder.
Artık alfa erkek odur.
Dişiler onun kadar güçlü aslanlar doğurmalıdır bundan böyle.
Ta ki genç bir aslan gelip de yaşlı kralın tahtını sarsana kadar sürer gider bu hikâye.
Sonra al baştan yaşanır her şey.
Nihayetinde tarih tekerrürden ibarettir…
****
İnsan evladı binlerce yıldır bu ikilem arasında yaşamaktadır hayatını.
Medenileşme süreci içerisinde merhameti, vicdanı ve ahlâkı öne çıkartarak içindeki ilkelliği frenlemeye çalışmıştır. Üstelik bu yolculukta çok da yol almıştır.
Lakin içindeki vahşetin sesine uyup baştan çıkma meselesi de bir anlıktır.
O medeni insan en hain, en acımasız, en vahşi, en en en en kötü yaratığa dönüşebilir o bir anda.

Profesör Günter Blobel’e göre bütün canlılarda bir vahşet geni var ve ayrıca beyinde de bir saldırganlık merkezi bulunuyor.
Fareler üzerinde yapılan deneylerde, sakin sakin oturan bir farenin zulüm merkezine ışın verildiği zaman fare birdenbire saldırıp öteki fareyi dişliyor, ısırıyor, kanatıyor ve öldürmek istiyor, ışın kesilince yine sakinleşip, köşesine çekilerek oturmaya başlıyor.
Blobel gibi Freud da insanda yıkıcı bir gen olduğuna inanıyordu.

Yok edemediğimiz için üzerini medeniyetle sıvadığımız ve sıvanın hiç olmadık bir anda çatlayıverdiği genler olsa gerek bu genler.
Hele de üzerimize sürekli ışın tutulduğunu düşünürsek, çatlayıp patlamamak ne mümkün…
****
Mesele güç meselesi olduğunda hemen devreye o ilk güdüler giriveriyor.
Tıpkı kötü üvey babalar gibi kendinden olmayanı reddetmeye, aleyhine konuşan dilleri kesmeye başlıyor gücü eline geçiren. Korku imparatorluğunun korkunç kralı olmaktan aldığı haz kendi gözlerini kör, kendi kulaklarını sağır ediyor.

Ta ki sevecen bir baba adayı gelip de kendinden olan olmayan tüm evlatları kucaklayana kadar sürüp gidiyor bu hikâye.
Vahşet bir güdüyse, sevgi de bir güdü nihayetinde.
Sevilmek istiyor insan evladı.
Başı okşansın, yüreği ısıtılsın istiyor.
Güven istiyor, heves istiyor, heyecan istiyor, inanmak istiyor.
Korkarak ve korkutularak değil, severek ve sevilerek yaşamak istiyor.
Haliyle umut vaat eden güler yüzlü adaya sarılıyor tüm korkutmalara inat.
Onun çevresinde birikmeye, onun gözünün içine bakıp, onun sesine kulak vermeye başlıyor.
Sevginin aydınlığı korkunun karanlığını boğmaya başlıyor böylece.
Kimin kim olduğuna bakılmaksızın tüm evlatlar birbirine kenetlenip güçleniyorlar hep birlikte.
Hepsine kucak açıyor, hepsini ayrı ayrı bağrına basıyor babaları da.
Büyük bir aile oluyorlar hep birlikte…
****
Kendinden olana babalık yapmak kolay, marifet kendinden olmayana babalık yapmakta.
Yazının başlığındaki gibi; kendi öz evladına üvey olan öz babalar var, kendinden olmayan çocuklara öz olan üvey babalar var.
Kısacası üvey baba vaaar, üvey baba var…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.