Türk siyaseti iki partili sisteme mi evriliyor? -5-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibi olmak, zenginliğin temel ilkesidir.
İnsanlık tarihinin deneyimleriyle kanıtlanmış olan bu temel ilke turnusol kağıdı işlevi görür.
Bunun sayesinde hangi siyasi partinin milletçe, hangisinin sadece sermaye veya işçi sınıfının zenginleşmesinden yana olduğu ortaya çıkar.
Şimdi belli başlı partileri kısaca ele alalım.
Önce, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Cumhuriyat Halk Fırkası’ndan, günümüz söylemiyle CHP’den özetle söz edelim. Devrim’in düşünsel ve eylemsel önderi Gazi Mustafa Kemal İzmir İktisat Kongresinde CHP’nin kuruluş felsefesini şöyle ifade etmiştir:
“Bizim halkımız yararları birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil, tersine varlıkları ve çalışma sonucu birbirine lâzım olan sınıflardan ibarettir. (…)bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler. Bundan dolayı programdan söz edildiği zaman, âdeta denebilir ki, bütün halk için bir “Emek Misak-ı Millisî”dir. Ve böyle bir emek Misak-ı Millî’si mahiyetinde olan program etrafında toplanmaktan meydana gelecek olan siyasî şekli ise, sıradan bir parti yapısında düşünülmemek gerekir. Ve barıştan sonra meydana gelebilecek olan böyle bir siyasî şeklin şimdiye kadar olduğu gibi milletin kararlılığı ve imanı ile ve birlik ve dayanışmasının birbirine yardımcı olması ile başarılı olacağı hakkındaki inancım kuvvetlidir ve tamdır.”
Söz konu edilen “Emek Misak-ı Millisî”nin “siyasî şekli”, özel ve devlet sektörlerinden meydana gelen devletçi karma-ekonomi modelidir. “Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartmak” hedefine ulaşmak için bu model benimsendi. Önceleri özel sektörün önceliklendiğin siyaset başarılı olamayınca, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın da etkisiyle devlet sektörünün ekonomideki ağırlığı kaçınılmaz oldu. CHP’nin Altı Ok’u bu tarihsel süreçlerin deneyimlerinden damıtılarak, milletçe zenginleşmenin ekonomi-politiği ve Türk Devrimi’nin düşünsel temeli olarak Anayasa’ya kondu.
Toplumun sınıfsal yapısı, bireysel ve sınıfsal çıkarların doğası gereği, daha Osmanlı döneminden beri ekonomi politikası konusunda iki farklı yaklaşım birbiriyle rekabet halinde süregelmektedir. Bu rekabet, Cumhuriyet’in Atatürk döneminde Mustafa Kemal’in başkanlığındaki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın halkçılığa dayanan milletçe zenginleşme anlayışı ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın özel sektörü öncelikleyen liberal anlayışı arasında sürdü.
Atatürk’ün ölümünden sonra, özellikle 1950’lilerden itibaren sermayeyi öncelikleyen, milletçe zenginleşmeye dayanan halkçılığı terk eden, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın liberal zihniyetinin takipçileri olan siyasi partiler iktidar oldu. Sayın Erdoğan ve AKP bu zihniyetin en belirgin temsilcisi. “Cumhur ittifakı” bünyesinde buluşan Partilerin başkanlık ve yerel seçimlerdeki işbirliği, aynı zihniyeti paylaştıklarının açık göstergesidir.
Özel sektörü öncelikleyen ekonomi politikasıyla “Cumhur ittifakı”nın, Türk milletinin içte ve dışta karşı karşıya kaldığı sıkıntıların üstesinden gelemediği görülüyor.
O halde, ne yapılmalı?
CHP ve halktan yana olan partiler Müslüman mahallesinde salyangoz satma yanlışından behemehal vazgeçmeli.
Özellikle CHP, kapitalist-emperyalist ekonomilerin geliştirdiği “sosyal-demokrasi” düşüncesini bir kenara bırakmalı. Yerli ve milli olan, iki Mustafa’nın yolunda Türkiye halkının imanlı mücadelesiyle zafere ulaştırdığı Türk Devrimi’nin Altı Ok’una sarılmalı. Altı Ok’un devletçilik ilkesini, özel sektör yanında, çalışan emekçi halkın da üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibi olacağı kamu sektörü ile güncellemeli. Atatürk’ün sağlığında başarılı olmuş olan devletçi karma-ekonomi yerine, günümüz koşullarının zorunlu kıldığı milletçe zenginleşmenin yerli ve milli modeli olan halkçı karma-ekonomi modelini Türk milletine anlatmalı, milleti bu model bilinciyle örgütlemeli, yerel seçimlere bu modeli yerele uyarlayarak katılmalı.
Yurt içinde ve dışında sıkıntıların üstesinden gelmek, “Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartmak” için mutlak zorunluluk olan milli uzlaşma nasıl sağlanır?
Rabia düşüncesinin milli uzlaşma için yeterli olmadığı AKP’nin iktidar deneyimleriyle ortada.
Milletçe zenginleşmek için devletçilik ilkesinin kamu sektörü ile güncellendiği Altı Ok, milli uzlaşmanın en akılcı ve gerçekçi yoludur.
Kimin milletçe zenginleşmekten yana olup olmadığı, kimin gerçek Müslüman ve Atatürkçü olup olmadığı bu süreçte söz konusu temel ilke sayesinde turnusol kağıda gibi gün ışığına çıkar.
Türkiye’nin gerçek Müslüman ve gerçek Atatürkçülere ihtiyacı var.
Yerel seçimlerde gerçek Müslüman ve gerçek Atatürkçülerin ilkesel işbirliği, milli uzlaşmanın yolunu açar, sosyo-ekonomik, siyasi, hukuksal, dinsel, eğitimsel, kültürel ve daha bir dizi iç ve dış sorunların çözümüne anahtar olur.
Yerli ve milli olan halkçı karma-ekonomi modeli, çalışan emekçi halkın devletin yönetiminde etkin söz sahibi olması hakkını kazandırır. Böylece, Türk siyasetinde taşlar yerli yerine oturmuş, kapitalist-emperyalist ekonomilerdekinden farklı olarak, Türkiye koşulları ile uyumlu yerli ve milli iki partili sistem Türkiye’nin beka ve milletçe refahın güvencesi haline gelmiş olur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.