Türk siyaseti iki partili sisteme mi evriliyor? -4-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Geçen haftaki yazımı şu soru ile bitirmiştim:
Türk siyasetinin iki partili sisteme evrilmesi sürecinde AKP sermaye sınıfının kalıcı partisi olabilirse, emekçi halka hangi parti veya nasıl bir birleşik partiler sahip çıkabilir?
Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
Bu atasözümüz, Cumhuriyet’in ilânıyla başlayan Türk Devrimi’ni barış koşullarında devam ettirme sürecinin Atatürk’ün ölümünden sonraki zaman diliminde yaşanmış olanlar, Türkiye’de neden uzun ömürlü ve istikrarlı bir burjuva partisinin hayat bulamadığı sorusunu gayet anlaşılır bir şekilde açıklıyor. Çünkü kurulan burjuva dünya görüşlü siyasi partiler, sınıfsal çıkarlarını temsil ettiği zenginlerin ekonomik gelişimini, devletin malı deniz, yemeyen keriz zihniyetiyle gerçekleştirme kolaylığını seçtiler. Haliyle her iktidar kendi zenginini yarattı. Kaptı kaçtı zihniyetli bir sermaye sınıfı Sayın Erdoğan ile en uzun iktidarda kalma şansını yakaladı. AKP, Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarda halkçılık anlayışıyla uygulanan devletçilik sayesinde kurulan fabrikaları bir bir sattı. Böylece, Türkiye’de laik ve Müslüman zenginlerden oluşan burjuva sınıfı oluşmuş oldu.
Türkiye’nin günümüzde içinde bulunduğu durum, iki Mustafa’ya yabancılaşmış Türk milletinin hazin halidir.
“İkinci Kurtuluş Savaşı”nın verilmekte olduğu, “aynı gemide bulunulduğu” tartışmalarının yapıldığı Türkiye gerçeğinde laik ve Müslüman burjuva sınıfı fani dünyanın sefasını sürdürürken, laik ve Müslüman emekçi halk geçim sıkıntısının binbir derdi içinde ömür tüketiyor. Oysa birinci Mustafa olan Pegamber Efendimiz, emeğin, alın teri kurumadan hakkını verin demişti. Türk Devrimi’nin düşünsel ve eylemsel önderi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan ikinci Mustafa, İzmir İktisat Kongresi’nde, bundan sonraki mücadelenin ekonomi alanında yürütüleceğine dikkat çekmiş, bütün sınıfların refah içinde yaşamasının önemine vurgu yapmıştı.
Heyhat!
O’nun ölümünden sonra mantar gibi biten kaptı kaçtı zenginler hâlâ doymak bilmiyorlar.
“İkinci Kurtuluş Savaşı”nın verilmekte olduğu, “aynı gemide bulunulduğu” tartışmasını yapanlar vicdan sahibiyseler, kıyamete kadar sürecek olan asıl mücadelenin ekonomi alanında cereyan etmekte olduğu gerçeğini lütfen görsünler. Aynı gemide olan emekçi halkın da insan onuruna yakışır koşullarda üretme ve refah içinde yaşama hakkı olduğunu lütfen düşünsünlür.
Yaşanmakta olan hengame sürecinde Türk siyaseti iki partili sisteme evrilirken, laik ve Müslüman emekçi halka hangi parti veya partiler birlikteliği sahip çıkacak?
Türkiye’nin bugünkü duruma gelmesinde CHP’nin çok büyük sorumluluğu ve vebali var. Çünkü Altı Ok’un halkçılık ilkesine hıyanet etti. Devrimi demokrasi koşullarında devam ettirme sürecinde Altı Ok’un devletçilik ilkesini güncelemek yerine, emperyalizmin sosyal-demokrasi düşüncesinden medet umma hayaline kapıldı. Sanki emperyalizmin kıskacında hukuku içselleştirmede ciddi zaafların sarmalındaki ekonomik yapı, Anayasa’da yazılı olan sosyal adaleti hayata geçirecek güce ve imkâna sahipmiş…
Sözde değil, özde iki Mustafa’ya sahip çıkan, devletçilik yerine, özel sektör yanında, çalışan emekçi halkın da üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkına sahip olduğu kamu sektörünü savunan, emekten yana tüm güçleri kucaklamasını başaran CHP, laik ve Müslüman emekçi halkın desteğini kazanır, oyunu alır, iktidar olur.
Kısır kurultay didişmeleri içinde enerji tüketmeye devam eden CHP, süregelen ekonomik savaşta Türk milletine en büyük kötülüğü yapmış olur.
“İkinci Kurtuluş Savaşı”nın verilmekte olduğu, “aynı gemide bulunulduğu” tartışmasını yapanların asıl üzerinde durması gereken konu, ekonomik savaşta başarılı olunmak isteniyorsa, Türk milleti olarak yeni bir milli uzlaşmanın gerçekleştirileceği, günümüz gerçeğini dikkate alan, tüm sınıfların katılımıyla yapılacak yeni bir İzmir İktisat Kongresi’dir.
Bu kongrenin toplanmasından kaçınanlar, milli uzlaşmaya yanaşmayanlar, Türk milletine en büyük kötülüğü yapmış olurlar.
Haftaya, iki partili sisteme evrilme sürecinde belli başlı partileri daha yakından ele alalım, küresel düzlemde sıkıntıların üstesinden gelmek için mutlak zorunluluk olan milli uzlaşmayı sosyo-ekonomik, siyasi, dinsel ve kültürel boyutlarıyla irdeleyelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.