Türk Devrimini Algılamadaki Zaaf

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

23 Nisan tarihli Aydınlık gazetesinde Engin Ünsal, “Necip milletimiz demokrasiyi anlamadı” başlıklı yazısında, Hollanda’da öğretim üyeliği yapan Cezmi Doğaner’in yazısından “sosyal demokrasinin nimeti” arabaşlığı altındaki alıntıları okuyucularıyla paylaşmış.
Engin Ünsal’ın “halkımız için çok güzel bir yazı ile sosyal demokrasiyi halkımıza tanıtmaya çalışmış.” dediği yazıda dile getirilen düşüncelere saygı duyuyorum. Bununla birlikte, Türk Devrimi üzerine kafa yoran bir aydın olarak, Türk Devrimi düşüncesi ile sosyal demokrasi düşüncesi arasındaki farkı necip milletimize tanıtma gereğini duydum.
Sosyal demokrasi ile Türk Devrimi arasındaki fark nedir?
Önce, sosyal demokrasi nedir sorusu üzerinde duralım. Cezmi Doğaner Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkmış, zaman zaman iktidara gelen sosyal demokrasiyi görünen yüzüyle tanıtmaya çalışmış.
Bu tanıtım yeterli mi?
Anımsanacağı üzere, İngiltere’de başlayıp, Batı Avrupa ülkelerine ve giderek dünya geneline yayılan sanayileşme süreci, bireysel ve toplumsal yaşamda, insanlık tarihinde yepyeni ilişkilerin doğmasına, gelişmesine yol açtı. Sanayi devrimi Batı Avrupa ülkelerinde toplumun, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuva ile yaşamak için emeğini satmak zorunda kalan işçi sınıfı diye ayrışmasına neden oldu. Burjuva sınıfına mensup insanlar, zenginliğin kaynağı olan üretim araçları üzerindeki mülkiyet hakkı sayesinde mutlu bir yaşam içindeydiler. Buna karşılık işçilerin sefil yaşantıları düşünen insanları toplumda adalet arayışına yönlendirdi. Bazı işçi sınıfı yandaşı düşünürler devletin toplumda sosyal adaleti uygulayacak önlemleri alması gerektiği yolunda devletin ekonomiye müdahil olması üzerine fikirler ileri sürdüler. Burjuva sınıfının mutlak egemenliği temelinde kurulmuş olan kapitalist ekonomi, devletin ekonomiye müdahil olmasıyla niteliksel bir değişime uğradı. Bu değişim, devletçi karma-ekonomi olarak tanımlandı. Burjuva sınıfının egemenliğindeki bu yapı, bir yandan toplumda sosyal adalet bağlamındaki ihtiyaçlara olabildiğince cevap verirken, diğer yandan ekonomide özel ve devlet tekelleşmesini hızlandırdı, dış pazarlara açılan kapitalist ekonomilerin emperyalizme dönüşmesini sağladı. Ekonomi alanındaki bu değişime paralel olarak; bilim, hukuk, siyaset, eğitim, din, kültür alanlarında da insanın bireysel ve toplumsal mutluluğunu öncelikleyen değerleri hedefleyen gelişmeler meydana geldi. Cezmi Doğaner’in görünen yüzünü tanımladığı sosyal demokrasi, Batı Avrupa ülkeleri ile Amerika Birleşik Devletlerinde devletçi-karma ekonominin emperyalizme dönüştüğü tarihsel koşullarda ortaya çıktı. Toplumsal barış ve esenlik için burjuva sınıfının eli altında bulundurduğu, gerektiğinde uygulamaya koyduğu “sosyal demokrasi”, günümüzde “çağdaş”lık kavramı ile etiketlenmiştir.
Türk Devrimi nedir?
Türk Devrimi’nin askerî evre öncesini, askerî evresini ve sonrasını kavramadan, Fransız burjuva ve Rus sosyalist Devrimleri’yle kıyaslamadan, Devrimin özünü ve tarihsel işlevini algılama, yorumlama, uygulama konularında ciddi zaafların esiri olmak kaçınılmazdır. Nitekim 94 yıllık Cumhuriyet tarihinin günümüzde ulaştığı noktadaki durum ve tecrübeler, Türk Devrimi’nin bekası için milli uzlaşıyı olmazsa olmaz zorunluluğu olarak necip Türk milletine dayatmaktadır.
Hangi yanlış Türk Devrimi’ni beka sorunuyla karşı karşıya bıraktı?
Türk Devrimi’nin düşünsel temelini oluşturan Altı Ok, askerî evre sonrası Devrimin barış koşullarında devam ettirildiği 1920’li ile 1930’lu yılların deneyimlerinin istişare süzgecinden geçirilmesi sonucu ortaya konmuştur. Çok sayıda Türk yurttaşının bilmediği “Altı Ok”un devletçilik ilkesinde bulunan kertiğin gerekçesi, İktisat Kongresi’nde benimsenen devletçiliğin, Sosyalist Rusya’daki devletçiliğin değil, Batı’daki devletçi karma-ekonomi modelinin örnek alındığının mesajıydı.
Devrimin düşünsel ve eylemsel önderi Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir İktisat Kongresi’nde, “Yeni Türkiye’mizi layık olduğu “mertebe-i resanete” isâl edebilmek için, behemehal iktisadıyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz”. derken, “Onuncu Yıl Nutku”nda “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, “muasır medeniyet” seviyesinin üstüne çıkaracağız”. derken, bunun, emperyalist ekonomilerin egemen olduğu Batı coğrafyasında uygulanan devletçilik modeliyle gerçekleştirilmesi amaçlanmıştı.
Rus sosyalist Devrimi ile Türk Devrimi “devletçiliği” neden başarılı olamadı?
Bu gerçeği, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz (domuz)” atasözü gayet güzel ve anlamlı bir içerikte açıklıyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman dillendirdiği “insan fıtratı” deyiminden hareket edersek, her iki “devletçilik” deneyiminde bireysel ve sınıfsal çıkarları için devletin malını kemiren parazitlerin varlığını görürüz. Bilinen ülkelerde “sosyalist ekonominin” tamamen çöküşü özel sektörün bulunmayışı nedeniyledir. Türkiye’de “devletçilik” çökmekten çok, kapitalist ekonomiye dönüştü. Cumhuriyet’in 94. yılında Türkiye gerçeğinde yaşanmakta olan iç ve dış sıkıntılar, son tahlilde, Türk Devrimi’ni algılama zaaflarının yol açtığı devletçi karma-ekonominin kapitalist ekonomiye dönüşüm sürecinin günümüzde ulaştığı aşamanın neden olduğu sıkıntılardır. İki ülkedeki “devletçiliğin” başarılı olamayışnın esas nedeni, tarihsel gelişimleri yüzünden ekonomilerinin emperyelist ekonomi temelinden yoksun olmasıdır.
Yaşanan sıkıntıları aşmanın reçetesi “çağdaş sosyal demokrasi” midir yoksa Türk Devrimi’nin özünü oluşturan halkçı karma ekonomi midir?
Halkçı karma-ekonomi nedir?
Halkçı karma-ekonomi özel ve kamu sektöründen oluşur, özel ve kamusal girişimciliğe dayanır. Buna göre; özel sektörde üretim araçları üzerinde bireysel mülkiyet, kamu sektöründe üretim araçları üzerinde çalışanların kamusal mülkiyet hakkı vardır. Dikkat edilirse, devlet sektörü ekonomi yaşamından çıkartılmıştır. Böylece, devlet sektörünün bireysel ve sınıfsal çıkarlar için sömürülmesinin yolu kapatılmıştır. Üretim araçları zenginlik kaynağı olduğu için, hem özel hem de kamu sektöründeki insanlar üretime odaklanır.
Bu açıklamalar ışığında, sosyal demokrasi ile Türk Devrimi arasındaki fark nedir sorusunu yanıtlarsak, sosyal demokrasi üretim araçlarından mahrum halkın ağzına bir parmak bal çalarken, Türk Devrimi ise özel ve kamu sektörünün birlikte ürettiği balın adilce paylaşılmasının modelidir.
Bunun için necip Türk milletine; Devrimin özünü oluşturan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” özdeyişinin ete kemiğe büründüğü halkçı karma-ekonomi ile Devrimin “Yurtta barış, dünyada barış!” tarihsel işlevini tanıtmak, anlatmak, kavratmak, milleti örgütlemek, seçimle siyasi iktidara gelmek için çalışmak, yüreğinde halka hizmet Hakk’a hizmettir duygusunu taşıyan erdem fıtratlı gerçek yurtseverlerin grövedir.
Türk Devrimi’nin bekası, ancak ve ancak böyle yurtseverlerin akıllı uzlaşması sayesinde payidar olabilir…
Aydın Ömeroğlu, 23 Nisan 2017, Petinos-Ksanthi (Horozlu-İskeçe)
Engin Ünsal
Aydınlık Gazetesi, 23.4.2017
Necip milletimiz demokrasiyi anlamadı
16 Nisan referandumu demokrasinin turnusol kağıdı idi. Halkımızın 1950’den beri uygulamaya çalışılan demokratik düzeni anlayıp anlamadığının sınavı olacaktı. Sanılıyordu ki 67 yıldır uygulanmaya çalışılan demokratik düzen necip Türk milletine bir şeyler öğretmiştir ve halk demokrasinin yıkılmasına, yerine tek adam yönetiminin kurulmasına izin vermeyecektir. Oysa bilseler ki demokrasi toplum yönetiminin en yüce aşaması, insan haklarına ve insanın yaşamına en saygılı siyasal rejimdir. Hele sosyal soslu demokrasi insanın insana kul olmasını önleyen, onu hurafelerden kurtarıp özgür kılan bir siyasal düşünce sistemi olduğunun ayırtına varsalar demokrasiye sımsıkı sarılmaları ve tek bir adamın ihtiraslarına geleceklerini kurban etmemeleri gerekirdi. Ama olmadı ve necip Türk halkının çoğunluğu din kartını çok iyi kullanan bir adamın ihtiraslarına teslim oldu.
Hollanda’da öğretim üyeliği yapan Cezmi Doğaner halkımız için çok güzel bir yazı ile sosyal demokrasiyi halkımıza tanıtmaya çalışmış.
SOSYAL DEMOKRASİNİN NİMETİ
“Çağdaş Sosyal Demokrasi:
* Her türlü sömürüyü ve baskıyı reddeder.
* Zayıfları, örgütlenme ve dayanışma yoluyla güçlendirir. Toplumsal-hizmetiçi eğitim yoluyla emeği ile geçinen insanların aydınlanmasına, gelişmesine, bilinçlenmesine ve sorunlarının çözümünde aktif olmasına olanak sağlar.
* İnsan kişiliğinin gelişmesi önündeki ve insan yaratıcılığının önündeki tüm engellerin kaldırılması için uğraş verir.
* Toplumda olduğu kadar dünyada da dayanışmayı ve barışı güçlendirmeyi çalışır.
* Özgürlüğü, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, hak ve olanak eşitliğini, yaygın sosyal adaleti ve sosyal güvenliği benimser ve bunları gelişmenin ileri aşamalarına ertelemek yerine, sağlıklı ve dengeli gelişmenin koşulu ve itici gücü olarak değerlendirir.
* Gelişmeyi, yalnız ekonomik büyüme olarak değil; ekonomik, sosyal ve kültürel yönleriyle bir bütün olarak görür.
“Sosyal devlet” bireylere özgürlük sağlamakla yetinmeyip onların insanca yaşamalarına olanak sağlamayı görev bilir.
Sosyal demokrasi de bireyin özgürlüğü, mutluluğu ve insanca yaşaması temel amaçtır. Sömürünün, adaletsiz paylaşımın olduğu bir düzende bireyin mutlu olması mümkün değildir.
KRİZ DÖNEMLERİNDE RASTLANAN OLGU
Bireyin mutluluğunu, hak ve özgürlüklerini yok sayan, bireyi araç olarak gören rejimler faşist ve dinsel diktatörlüktür. Diktatörlükler de ve dikta heveslileri de topluma, bireylere görev verir, birey verilen görevi yerine getirmekle zorunludur. Birey üstünde tutulan birtakım değerlere feda edilir. Söz hakkı, eleştirme ve kendi düşüncesini açıklama özgürlüğü yoktur.
Emekçi düşmanlığı -ve örgütlenmesine engel olmak-, sosyal güvencesizliğin, düşük yaşam düzeyinin görüldüğü, işsizlik ve ekonomik kriz dönemlerinde rastlanan bir olgudur. Bu nedenle çalışanlar arasında sosyal farklılıkları artırıcı politikalar yerine, bu farklılıkları giderici bir politikanın uygulanması, sosyal barışın sağlanması için bugün ivedi bir gereksinim haline gelmiştir. İşsizliğe ve yoksulluğa yol açıcı politikalar yerine, tam istihdamı amaçlayan bir politikanın uygulanması çok önem kazanmaktadır. Bugüne kadar gerçekleşmiş sosyal reformları ortadan kaldırıcı ekonomik politikalar yerine, yasal güvence getirecek ekonomik politikaların uygulanması bir zorunluluktur. Bu da sosyal demokrasinin tam istihdam politikası, sosyal gruplar arasındaki gerilimi önleyebileceği gibi, çalışanları yasal sosyal güvence ve güvenlik içinde yaşayabilmelerini sağlayacaktır.”
Halkımız demokrasiye 16 Nisan’da sahip çıkamadı ama umarız dersine çalışır ve demokrasiyi özümser ve ona sahip çıkmayı bir gün öğrenir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.