Tamamen Hayal Ürünü!

“Ne yap et bu şehri bize kaybettirme, yoksa…”
Tepeden bir lambanın aydınlattığı yuvarlak bir masanın etrafında toplanmış, yüzleri görülmeyen ama epey sinirli oldukları anlaşılan kafalardan çıkan seslerin dediği sadece buydu.
Oradaki sihirli sözcük “yoksa” idi.

Yoksa ne yaparlardı?
Yoksa’nın ardında neler ve kimler vardı?

Kurban kara kara düşünüyordu ne yapsam da bu işten kendimi sıyırsam diye.
Rabbim affetsin diyerek kurtarmıştı paçayı bir önceki “orti”den.
Şimdi bunlardan nasıl kurtulacaktı?
Bu kez işler Rab ile çözülmeyecek kadar karışıktı.

Her zamanki gibi “Ceketimi koysam seçilir” demiş, her zamanki gibi meydanlarda aslanlar gibi kükremiş, her zamanki gibi milletin tepesine çaydı poşetti ne bulduysa boca etmiş, sonra da her zamanki gibi köşesine çekilmiş ve seçimin sonucunu beklemişti.
Heyhat!
Unuttuğu bir şey vardı, zaman artık onun bildiği o eski zamanlardan değildi.
Zaman değişmişti, e tabi insanlar da değişmişti.

Yeni bir dil ve yeni bir söylem ile insanca muamele bekleyen yeni bir profil vardı artık karşısında.
Hani “Ekmek veriyorsun diye oy vermiyorlar” diyerek değişimi yeni yeni fark edilen profil.

Yeni profilin içinden gelen ve bu dili kullanan kişi ise insanların kalbine çoktan girmiş, tüm kaleleri tek tek fethetmişti.
Üstelik de “gemileri karadan yürütmeye” gerek duymamıştı.

Evinde olduğu gibi sade, temiz, anlaşılır, güler yüzlü, sevecen, kucaklayan, ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen, “Halka hizmet Hak’ka hizmet” şiarını benimseyen, şeffaflığı ve hesap verebilirliği önemseyen, kendisini destekleyen insanlara “Gün gelir ben de bozulursam beni de alın bu makamdan!” diye seslenebilen, yaptıkları ile yapacaklarının sinyalini veren bu adamı bağrına basıvermişti halk.
Azarlanmaktan, aşağılanmaktan, korkutulmaktan bıkmıştı yıllardır.
Hele de yeni nesiller analarına babalarına neden böyle davranıldığını hiç anlamıyor, ülkenin sahibinin kim olduğunu gösterivermek istiyorlardı.

Çocuklar ayrı, ana babalar ayrı yılgındı.
Mutfakta yangın bile çıkamıyordu, çünkü ocak yanmıyor, tencere kaynamıyordu.
Faturaların yanına yanaşılmıyordu.
Vergiler desen, hani daha alınacak neyimiz kalmıştı.
Her yıl değişen eğitim sistemi içinde okumaya çalışan öğrenciler, doğdukları ülkenin geleceğinde kendilerine yer bulamıyorlardı.
Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar, hayvanlar her türlü şiddetin, her türlü tacizin kurbanı oluyordu.
Ne can güvenliği vardı ne mal.
Bu karanlığı başımıza saranlar bir de dalga geçercesine “Tünelin ucunda ışık göründü” demiyor muydu, işte ip de orada inceldikçe inceliyordu.
****
Seçimlerde halk sesini yükseltti ve kendisine layık olduğu şekilde davranan kişiye bastı mührü.
Ondan sonra da kızılca kıyamet koptu.
Tıkır tıkır dönen tekere çomak sokulmuştu.
O tekerin eskisi gibi dönmesi lazımdı.
Değirmene akan suyun kesilmemesi lazımdı.

Hemen seçimlere hile karıştı denilerek seçim iptal edildi.
Edildi de, hile neredeydi bir türlü bulunmadı.
31 Mart’tan 17 Mayıs’a geçen sürede seçimi iptal eden gerekçeli karar bir türlü açıklanamadı. Gerekçe o kadar sağlam olmalıydı ki geçmiş seçimlere değmemeli, ucu eskiye hiç dokunmamalıydı.
Harıl harıl çalışılacak ve bu iş kitabına uydurulacaktı.
****
Yeni seçim tarihi olan 23 Haziran’a kadar daha neler göreceğiz, daha neler duyacağız bakalım.
Oyun bozan cenahın eskiden mülayim olan adayı kendini sert yapmaya, o cenahın patronu sert adam ise kâh mülayimi oynamaya, kâh konuşan herkesi tek tek tahtaya yazdığını söyleyerek etrafa korku salmaya devam ediyor.

Yazının başında dedim ya;
Yuvarlak masa etrafındakiler “O kedi buraya gelecek!” misali yumruğu masaya vurdular diye; bunlar da dün “tü kaka” dedikleri ile masaya oturmalara, dün sırtını sıvazladıkları ile yolları ayırmaya başladılar.
Hedefe giden yolda her yol mübah ne de olsa.
Ama bu kez maymun gözünü açtı, yürek yemiş insanlar meydanlara aktı, karanlığa çıkan yolları kapattı.
****
Bir şehri kaptırmamak için bunca uğraş verirken memleketi tümden kaptırdılar da haberleri yok.
Kapanın da “kişi” değil, “zihniyet” olduğundan hiç haberleri yok.
Her şey çok güzel oldu hiç haberleri yok.
Sağa sağa iliğini kemiğini kuruttukları inek artık süt vermiyor, hâttâ inek dağa kaçtı, dağ da yandı bitti kül oldu gitti hiç haberleri yok.
Dertleri zorları ‘yoksa’nın devamını getirtmemekte.

Yazımızı komplo teorileri üzerine yazılan yazılar ya da filmler başlamadan önce yaratıcının özellikle belirttiği bir cümle ile bitirelim:
“Bu hikayedeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup gerçekle ilgisi yoktur…”
– ….
– ….
– ….

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.