Suçlu, ayağa kalk!

Çocukluğumda bir dergide Dostoyevski’nin Cürüm ve Ceza (Suç ve Ceza) romanının çizgilerle canlandırılmış halini okumuştum.
Resimlere bakarken ve konuşma baloncuklarını okurken içimin nasıl ürperdiğini hâlâ hatırlarım.
Suç işlemek, saklanmak, kaçmak, sürekli yakalanma korkusu içinde yaşamak dayanılmaz bir şey olmalıydı.
Okumamış olanlar için romandan kısaca bahsedeyim:
Fakir bir genç olan Raskolnikov, başarılı olmasına rağmen hukuk fakültesini maddi sebeplerden ötürü yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Para; parayla neler yapılabileceğini bilmeyen, insanları sömürerek yaşayan aşağılık insanların elinde iken; toplumun gelişmesine büyük katkılar sağlayabilecek kişilerin para sıkıntısı çekmesinin yanlış bir düşünce olduğunu düşünmektedir. Bu yanlışlığı düzeltmek üzere önce yaşlı ve zengin bir tefeci kadını, daha sonra da arkasında görgü tanığı bırakmamak için olaya şahit olan kadının kız kardeşini öldürür. Kimsenin kendisini görmediğini ve geride bir iz bırakmadığını bildiği halde, Raskolnikov müthiş bir tedirginlik içine düşer. Artık insanlığını ve masumiyetini yitirmiştir.
Suçluluk psikolojisiyle hiçbir şeyden haberi olmayan ailesinin yanından ayrılır. Daha sonra aşık olduğu temiz kalpli Sonya’ya suçunu itiraf eden Raskolnikov, polise de teslim olur ve cezasını çekmek üzere Sibirya’ya gider.
Romandaki ana düşünce, başkalarına yapılan suçun cezası mutlaka çekilir esasına dayanmaktadır. Romanın kahramanı Rodion Raskolnikov yoksul bir öğrencidir, gururlu ve ihtiraslıdır. Üstün zekasından ötürü duyduğu gururla suç işler. Kendisine bağlı bir kadının aşkı ile de doğru yolu bulur.
****
Ben’ce; suç işlemek için illa ki eğitimsiz ya da diplomasız, yoksul ya da muhtaç olmak gerekmiyor.
Herhangi birisi, hiç beklemediği bir anda, hiç düşünmediği halde, aniden bir suça karışabiliyor.
Ya da suç işlemeyi sıradan bir davranış görüp, hayatını sürekli ve düzenli suç işleyerek geçirebiliyor.
Suçu işleyen bazen cezasını çekiyor, bazen de arada kaynayıp gidiyor.
Raskolnikov gibi vicdanının sesine kulak verenler yok artık. Hatta galiba artık vicdan diye bir şey de yok.
Ne iç ses, ne de dış ses. Ne sağdaki melek, ne de soldaki melek.
Sanki hepsi birden işi bırakmış. Onlar gidince de insanlık başıboş kalmış, zıvanadan çıkmış.
Suç işleyen kendi cezasını çeker ya da çekmez, bilemem. Çekse de suç kendisine ait olduğu için ceza da onundur. Çekecektir.
Ya işlemedikleri suçun cezasını çekenler?
Onların tek suçu suç işleyenin yakını olmak mıdır?
Biz küçükken anneannem zaman zaman meseller anlatırdı.
“Hırsızlıkta yakalanan bir adam illa ki annesini görmek ister, annesi yanına geldiği zaman da:”Anacım çıkar o mübarek dilini de bir kez öpeyim” diyerek kadının dilini ısırarak koparır.
Adam; “Neden böyle yaptın?” diye soranlara, “Ben sokaktan ne getirirsem getireyim annem bana ‘bunları nerden buldun?’ diye sormadı, her zaman ‘aferin evladım’ dedi. Böyle diye diye de beni hırsız etti” der.”
Anne-baba ve yakın çevre bu suçlunun yetişmesinde etken olan kişiler olabilirler de, olmayabilirler de.
Ya eşler, çocuklar, kuzenler, yeğenler. Yani o çocuk yetişip büyüdükten sonra aileye dahil olanlar?
Kişi bir suçu işlediği anda, ailesine ve yakın çevresine vermeye başladığı zarar, suya atılan bir taş misali merkezden kenara doğru halka halka ilerliyor. Yakınlık derecesine göre de bu suçtan herkes nasibini alıyor.
Suç işleyen çocukların anneleri-babaları bir yandan evlatlarına kıyamazlar, bir yandan cezalandırılmaları gerektiğini bilirler.
Bazen bütün bu olanlardan dolayı kendilerini suçlarlar, bazen de kendilerinden başka herkesi…
Çocuklar suç işleyen büyüklerinden utanırlar. Bazen de suçu kanıksarlar. Ki bu kanıksama arkadan yeni suçlu adayları geliyor demektir.
Kanıksayanlar bu duruma aldırmazlar da, utananların işi zordur. Kendilerinin dışında gelişen olaylar kendilerine de yansıyordur. Suç işleyenin hiç umursamadığı bu durum, onların hayatlarını ele geçirmiş ve bütün şiddetiyle yerden yere vuruyordur.
Çok zaman bu ortamdan kurtulmak için mahalle değiştirirler, şehir değiştirirler, olmadı ülke değiştirirler.
Bu suç artık aileye ve ailenin geleceğine düşen bir kara lekedir.
Bu suç unutulana kadar onlar hep bu suçla anılacaklardır.
Peki ama bu suç kaç nesil sonra unutulacaktır?
Son günlerde N.Ç. olayının faillerinin basına yansımasıyla birlikte akıllara da şu soru düştü:
“Suçlu kişi ulu orta afişe edilmeli midir, yoksa aileleri rencide olmasın diye gizli mi tutulmalıdır?
Bu sorunun ardından yanıtlarının bulunması gereken başka sorular da geliyor.
İşleyebilecekleri suçun gizli kalıp, üzerinin örtüleceğini bilen insanlar suça daha mı rahat karışıyorlardır?
Herkese rezil olma ihtimalinin olduğunu görenler için bu ihtimal biraz daha caydırıcı bir rol oynuyor mudur?
Kendilerinin onurunu-gururunu düşünmediği aileleri, başkaları tarafından ne kadar düşünülüyordur?
Günahsız kişilere yapılan ağır itham, saldırı ve tacizler o kişileri de suça teşvik ediyor mudur?
Aslında bu tacizleri yaşamasına sebep olan kişiden ettiği nefret, yolunu değiştirip bütün topluma yöneliyor mudur?
Yani;
1 suç, ardından 1000 suçlu doğuruyor mudur?
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.