Soytarısız saray olmaz

7 Haziran hüsranının ardından 1 Kasım’da bir denemede daha bulunacak olan partiler adaylarını açıkladılar yine al baştan.
Şöyle bir göz attım listelere. Biraz da kulak verdim listeler hakkında yükselen seslere.

“Önce Türkiye diyen 550 aday” olarak nitelendirilen CHP milletvekili aday listesinde CHP Genel Başkan Yardımcısı Murat Özçelik yer almamış mesela; ayrıca Kolay Çalışkan da listeye girememiş.
Geri kalan adaylarda daha çok sıra değişiklikleri göze çarpıyor.
Bursa adayları da bildiğim kadarıyla yerli yerinde…

Gezi Parkı eylemlerinde polis tarafından vurularak yaşamını yitiren Ethem Sarısülük’ün ağabeyi Mustafa Sarısülük HDP’den, Ankara’dan milletvekili adayı olarak gösterilmiş.
Yine HDP’de daha önce seçim hükümetindeki bakanlık teklifini reddeden Levent Tüzel bu kez aday gösterilmemiş.

MHP listelerinde MHP’nin kült ismi Meral Akşener yok mesela. Akşener bu karar için “Genel Başkanın takdiridir, yorum yapamam” demiş ve olayı büyütmemiş.

Diğer partilere nazaran en büyük değişim AK Parti’de. Baksanıza 312 milletvekili yeniden aday gösterilirken, 238 milletvekili ise değiştirilmiş.
Öncelikle Cemil Çiçek, Ali Babacan ve Faruk Çelik aday gösterilmek istemeseler de gösterilmişler. Üstelik de birinci sıralardan. Arınç ise bu seçimde yok.
Siyasette büyük çalkantıya neden olan, 28 Ağustos’ta Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan Geçici Seçim Hükümetine Başbakan Yardımcısı olarak atanan ve bu yüzden 5 Eylül’de “Baba Partisi” MHP’den ihraç edilen, ihraç kararı hakkında soru soran gazetecilere “MHP benim partimdir” diyen, 18 Eylül’de MHP’deki tüm görevlerinden istifa eden Tuğrul Türkeş ise 1 Kasım seçimleri için AK Parti’den Ankara milletvekili adayı oldu.
Esas deprem değiştirilen 238 milletvekilinde.
Erdoğan aşığı Savcı Sayan, Dombracı ve ‘Uykucu Vekil’ Uğur Işılak, daha geçtiğimiz günlerde Hürriyet binasını basan ve Cumhurbaşkanı’ndan “Yaşayan Efsane” olarak söz eden Abdurrahim Boynukalın ve 10 Kasım’da Atatürk için ‘Olmasaydı da olurduk’ ilanı veren Eyüp Gökhan Özekin listeye girememiş.
Gazeteci Fikri Akyüz de tekrar aday gösterilmemesini hafiften kırgın ama yiğitliğe laf söyletmez bir şekilde ifade ettiği tweetlere yüklemiş duygu ve düşüncelerini. Sözlerinin sonunu da: “Meğer çok ‘saf’ biriymişim!” cümlesiyle düğümlemiş. Biraz sitem ile nedamet mi var sanki satır aralarında, yoksa bana mı öyle geldi?
Yerel seçimlerde CHP’den Üsküdar Belediye Başkanlığı’na aday olan eski müftü İhsan Özkes seçilemeyince partisinden istifa etmişti. İstifanın ardından attığı övgü dolu tweetleriyle AK Parti’ye göz kırpan Özkes, aday gösterilmemiş. Ki CHP karşıtı kanallar kendisini ekranlarda kerelerce konuk etmişlerdi. Umduğunu bulamayınca o da CHP’yi eleştiren ve AK Parti’yi öven tweetlerini silerek göstermiş ‘tercih edilmeyişine’ tepkisini.
****
Ak Parti’yi bu yenilenme ve kabuk değiştirmeleri bakımından takdir etmek lazım aslında. Yürüdükleri hedefte kendilerine yararı olmayan ve hatta zararı olan herkesin kellesini bir hamlede alıveriyorlar. Tamamen profesyonel bir yaklaşımla eskiyenin yerine yenisini ve daha işe yarayacak olanını getiriyorlar.

Yıkama yağlamalar, sorgusuz sualsiz edilen biatlar, al takke ver küllahlar işe yaramıyor kısacası.
Çünkü bu yaklaşımlar partiye zarar veriyor.
Her şeyin bir adabı var,
Biat edeceksin ama gönüllülük esasını öne süreceksin.
Naat düzeceksin ama işi yıkama yağlamaya çevirmeyeceksin.
Al takke ver külah gideceksin ama bunu taşları yerinden oynatmadan gerçekleştireceksin.
****
Şimdi; biraz eski zamanlara ve saraylara gidelim, şöyle bir ortalarda gezinelim, ne dersiniz?
Ortalarda dedim ya, ortalarda serbestçe dolananlar her zaman soytarılar ile şakşakçılardır malum.
Yalnız ikisi birbirine karıştırılmaya;
“Soytarılık, bir zamanlar çok önemli bir meslekti. Tanzimat dönemine kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber ortadan kalktı, unutulup gitti.” diyor Murat Bardakçı bir yazısında. Okuduğum bu yazıdan öğrendim ki Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini başlatan Yıldırım Bayezid imiş. Üçüncü Murad’ın Nasuh ve Cuhud isimli cüceleri soytarılıklarını kötüye kullanmış olsalar da soytarılık sarayda önemli bir konum imiş.

Etrafları yalakayla çevrili krallar, kendilerine doğruyu söyleyebilsin diye etraflarında bir soytarıyı mutlaka tutarlarmış. Soytarının becerisi, krala rahatsız edici gerçeği, mizahi bir tarzda kralı rencide etmeden, küçük düşürmeden söyleyebilmekmiş. Gerçeği konuşmak hep soytarıya düşermiş.

Soytarılarla ilgili araştırma yaparken onedio.com‘da güzel anlatımlara rastladım bu konuyla alakalı:
“Soytarıların hükümdar, kral ve derebeyine bağlılığı samimiydi. Herhangi bir çıkarın, makamın peşinde olmadıkları için, kralı veya derebeyi kötü akıbetten korumak için duyması gerektiğini düşündükleri gerçeği söylemekten çekinmezlerdi.” diyor yazıda soytarılar için.
Soytarıların tam tersi ise şaklaban veya şakşakçılar oluyor. Şakşakçı, hükümdar ne demiş ilgilenmiyor bile. Hükümdar ne söylerse söylesin, isterse biraz önce söylediğinin tam tersini söylesin, mutlaka alkışlıyor ve derhal bu sözü destekleyecek bir argüman geliştirmeye çalışıyor.
Bir de Dalkavuklar var.
‘Dal-kavuk’ bir yönüyle ‘sarıksız kavuk’ demekmiş. Sarık, eskiden ‘ilmin’ sembolüydü. Malum, ilim sahibi haysiyet sahibidir. Yani doğruya doğru, eğriye eğri demekten çekinmez. Dal-kavuk ise doğru ve eğri ile değil, hükümdarı kararında veya düşüncelerinde tatmin edip eğlendirmek ve böylece maddi iltifatına mazhar olmakla ilgilenen kişidir.
“Dalkavuklar, bir devlet, bir toplum ve bir hüküm sahibi için, kanser hücresi gibidirler” diyor yazıda. Dalkavuklar yedikleriyle hızla büyüyüp yayılırken, toplumu, devleti veya muktediri kaçınılmaz tükenişe sürüklerler.
İşte bu nedenle kadim zamanlarda bilge kralın soytarısı olurdu, dar görüşlü ahmak kralın ise dalkavuğu ve şakşakçıları…
****
Şimdi;
Bu kadar sözün ve bilginin ardından bir insanın soytarıları ve şakşakçılar ile dalkavukları birbirinden ayırt edebilmesinin bir erdem olduğunu söyleyeceğim.
Sarayda dalkavuk ve şakşakçılara prim veren Ahmak bir Kral değil, “Kral Çıplak” diyebilecek soytarılar bulundurabilen Bilge bir Kral olmak lazım diyeceğim.
****
Bu bakımdan da bu kadar ‘aşk’a rağmen açıkta kalanlar için;
Demiştim ya “Her şeyin bir adabı var” diye,
İşte öyle…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.