Sizin hiç cümleleriniz bulanıklaştı mı…

Ya da kelimeleriniz…
Hatta cümleleriniz…
Birbirine karıştı mı hiç…
Var olan ya da sizin yüklediğiniz anlamlarını yitirdi mi…
Siz hiç bulanık olma durumunun aslında nasıl da güzel bir şey olduğunu hiç düşündünüz mü…
bulanık olmak…
Kendi içinde garip bir hüznü olan ‘durum’…
Böyle aynı anda, olmadık yerlerde kafanın içinde yan yana gelen tek başına anlamlı ama yan yanayken anlamsız kelimeler…
Sonra aslında yan yanayken o anlamsız durumdan bulanık ve hüzünlü ve de anlamlı cümleler kuran kelimeler…
Sonra bütün bu bulanıklık içinde siz hiç, bir ana cadde kenarında kendi başına bir uygarlığa tanıklık ettiniz mi…
Garip bir uygarlık bu…
Rengi gri…
Bazen siyah…
Bazen hisli, dumanlı…
Bulanık yani…
Böyle ev gibi yerler…
Ama ev değiller…
Birinin camı yok, diğerinin kapısı…
Eşyalar hem çok evin içinde hem de çok dışında, yani caddede…
Bir adam evin hem içinde hem de dışında yerde…
İnce bir kilimin üzerinde uzanmış uyuyor…
Sen alakasız bir otobüsün içinde…
İşine giderken ve de cümlelerin bulanıklaşmışken uykusuna tanıklık ediyorsun…
Siyah renkli, bulanıklaşmış adamın uykusuna…
Sonra tam da trafik sıkışmış diye düşünüyorsun…
Nedenini düşünürken, okulların açılmış olduğu geliyor aklına…
Sonra bakıyorsun o uygarlıktaki çocukların hepsi sokakta…
Ellerinde çalılar, çırpılar, çuvallar, demir parçaları…
Minicik ayakları teninden daha siyah yırtık terliklerinin içinde…
Sonra sadece onlar değil ki diyorsun okula henüz başlayamayanlar…
Adana’da pamuk tarlalarında çalışan işçi çocuklar da var…
Sonra acaba çocuk kalabilmek gerçekten güzel olur muydu ki diye düşünüyorsun…
Gördüklerin karşında çok da emin olamıyorsun…
Hatta büyüdüğün için şükrediyorsun…
Ama biliyorum o çocuklar büyüdüklerinde de şükretmeyecekler…
Otobüsün o caddeden geçmesi sadece birkaç dakika sürüyor…
Kafandaki bulanıklık sonsuz…
Tanıklıkların hep sonsuz olacak çünkü…
Sonra kapının önünde o minik kendince evin önündeki kendince kapı önünün oluşturduğu Kendince sokağın başında dumanlar yükseliyor…
Sonra gülümsemekten alamıyorsun kendini…
Çocukların ellerinde ki çalılar ve de çırpılar minik bir ateş oluşturmuş…
Renkleri gibi simsiyah olmuş bir güğüm minik ateşin üstünde eğreti duruyor…
Ne kadardır orada bilinmez ama içindeki su kaynamış belli…
Dumanlar, pardon buharlar çıkıyor…
Belki çay olacak birazdan, belki o simsiyah minicik elleri ve ayakları yıkayacak…
Belki yıkansa da üstünde ki simsiyah kirleri hiç gitmeyecek kıyafetler yıkanacak…
Belki diyorsun mavi bir okul önlüğü ve yakası yıkanır…
Belki…
Ama her sabah bir adam görüyorum o balkon gibi yerde…
Böyle balkona benzeyen yerin duvarında bağdaş kurup oturuyor…
O da balkon gibi eğreti…
Bir elinde hep bir demlik, diğer elinde de hep bir çay bardağı…
Her sabah aynı yerde, aynı şekilde hiç kıpırtısız yani, çayını içiyor…
Gömleği de hep rengine inat beyaz…
Sonra sanki hiç o caddeden geçmemişsin gibi metroya biniyorsun…
Sonra sanki bir Avrupa kentinde yaşıyormuşsun izlenimini veren görüntüler…
Üç m’li migros’un önünde bir çocuk bisikletini park ediyor…
Evet evet park ediyor…
Özel bir bisiklet parkına…
Sonra kafan iyice bulanıklaşıyor…
Kelimelerin…
Cümlelerin…
Her şey anlamsızlaşıyor…
Sonra bugün günlerden neydi diyorsun…
12 eylül…
Evren Paşa nasıl uyandı ki bugüne diyorsun…
Resim mi yapıyor yoksa sahilde yürüyor mu…
Hiç o günü düşünüyor mu…
Öldürülmelerine sebep olduklarını…
İşkencelerden geçmelerine sebep olduklarını…
Ve de ülkelerini terk etmek zorunda kalanları…
Ama geçen seneydi değil mi bu ülkenin genç beyinlerinin ve Türkiye’nin önünde ‘pişman değilim’ söylemleri…
Ve yine daha dün değil miydi o geleceğini paylaştığın, genç beyinlerin alkışlarını duyman…
Şimdi ne yapıyordur ki evren paşa…
Evinin bahçesinde oturmuş resim mi yapıyordur…
Bulanık olmayan zihniyle…
Bulanık olmayan resimler…
Okula gidemeyen çocukların resimleri…
Ya da ölümlerine sebep olduğu annelerin, babaların çocuklarının resimlerini mi…
Kimin…
Ya da bir tarihte ece temelkuran önermişti…
Hepimiz fotoğraflarımızı gönderelim evren paşa’ya…
Hepimizin resimlerini yapsın…
İyi fikirmiş gerçekten…
Hepimiz bulanığız nasıl olsa…
Belki Evren Paşa’nın da kafası, kelimeleri, resimleri bulanıklaşır…
Ve aynı anda biz resimleri yapılanların bulanıklıkları berraklaşır ha ne dersiniz…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.