Savaşmaktan değil, savaştan korkarım…

Savaştan korkmam diyenler ise savaşmaktan korkarlar.
Sadece ama sadece savaş çığlıkları atıp köşelerine dönerler.
Savaş halinin ne menem bir şey olduğunu bilmediklerinden olsa gerek, atarken de mangalda kül bırakmazlar.
Şaşarım onlara, dedelerinden-ninelerinden hiç mi savaş anısı dinlememişlerdir? Dinlerken hiç mi yürekleri ağızlarına gelmemiştir? Kapıya dayanmış bir düşman askerinin kapıyı yumruklama sesi ile hiç mi uykuları bölünmemiştir?
Savaş çıktığı zaman sadece asker gidip savaşacak, ölen ölecek, kalan kalacak, kendileri de normal hayatlarını sürdürecekler mi zannetmektelerdir?
Ki yıllardır zaten durumumuz budur…
Savaşa meraklı ama savaşmaktan korkan insanlar vatanlarını ellerine geçirmek isteyen zihniyetin emellerine ulaştıktan sonra o vatana ait o milleti, o topraklarda barındıracaklarını düşünüyorlar galiba.
Barınmalarına göz yumulsa dahi artık o toprakların sahibi değil, ancak kölesi olacaklarını idrak edemiyorlar.
Yoksa diğerleri niçin girsin onca zahmete…
Bu savaş severler yeni yüzyıl savaşlarının Malazgirt Meydan Muharebesi kıvamında geçeceğini varsayıyorlar hâlâ.
Hani 1071, hani 2071…
Demek ki geçen şu bin yılda onların gözünde hiçbir şey değişmemiş .
Süngü tak, kılıç kuşan!
Allah Allah Allah Allah!
Ne kimyasal silahlar, ne biyolojik silahlar, ne saniyede milyarlarca insanı yakıp yok edecek güçteki bombalar ve ne de insan denilen, bütün bu silahları icad eden ve kullanan, savaşta ve aşkta her yolu mubah sayan canavar…
Halim selim zannettiğiniz bir insanın üzerinden toplum baskısı kalktığı zaman o insanın dönüştüğü canlı türüne canavar demek bile az aslında.
Hukukun ve adaletin esamesinin okunmaması, yapılacak her türlü zulmün bedelsiz kalacak olması ve üstelik edilen zulmün derecesine göre paye alınacağının bilinmesi, savaş hali sırasında insanoğlunun vahşi doğasını açığa çıkartıyor olsa gerek.
Yıllarca komşuluk etmiş farklı milletten insanların, savaş koptuktan sonra birbirlerine ettikleri mezalimi birçok kitapta okumuş, birçok söyleşide dinlemişizdir.
Rum-Ermeni-Boşnak-Çerkez-Gürcü-Sırp-Hırvat-Türk-Arap-Kürt-Pers-Roman, yani kısaca Osmanlı milletinin kendi halinde yaşayan insanları zaman içinde milliyetçilik sevdasına kapılıp, ya da kaptırılıp, önce parçalara bölünmüş, o günden bugüne de parçaların birbirlerine olan düşmanlığı bitmemiş.
Bir bütünken sahip oldukları güçlerine ise ayrı ayrı iken asla sahip olamamışlar.
Tarih kitaplarının sayfalarına sıkışmış binlerce savaşın onca zaferi ve onca yenilgisinin özünde, evinden-barkından-canından edilmiş, kan ve gözyaşına gark olmuş milyarlarca insan var.
O savaşlar ile nice devletler kurulmuş, nice devletler yıkılmış.
Ne Sezar’ın Roması, ne Kanuni’nin Osmanlısı ve ne de Konstantin’in Bizansı…
Şimdi hepsi arkeolojik kazılara ve turist rehberlerine malzeme…
Onlardan geriye kalanlar elbette ki sadece toprağın altında değil.
Savaşın yıkıcılığından kendilerine ders çıkartmamış kalıntıları, toprağın üzerinde yaşamaya ve yaşadıkları toprakları cehenneme çevirmeye devam ediyor.
Ben’ce genlerinde taşıdıkları bu öfke ve bu hırs ne onlara, ne de dünyaya hayır getirmiyor.
Ve her zamanki gibi olan yine ezilen çimlere oluyor…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.