Ramazan Fıkraları

Ramazan’la ilgili fıkralar çoktur. İsterseniz, bazılarını sunarak bu yıl ki ramazana da güle güle demeğe hazırlanalım:
Zaptiye Nazırı Selim Paşa,  çevresindeki amiran takımına ramazanın 20. iftar yemeğini vermeyi düşünür. Zaptiye Çavuşunu çağırır ve talimatını verir.
-Çavuş, çevremizde bulunan daire amilerine gideceksin ve tarafımdan iftara davet edildiklerini söyleyeceksin. Ayrıca Bektaşi Baba’ya da davet ettiğimi söyle. Yemekte ve yemekten sonra bizi biraz eğlendirir.
İftar saatine doğru başta Bektaşi olmak üzere davetliler, noksansız gelirler. Selim Paşa hepsini kapıda karşılar. Top atılacağına yakın herkes sofrada yerini alır. İftar topu patlar ve dua ile oruçlar açılır, çorbalar içildikten sonra asıl yemeklere geçilmeden biraz sohbet edilir.
-Kadı efendi, ramazan nasıl geçti, bir yaramazlık yoktur inşallah?
-Paşa Hazretleri, bazı sağlık sorunlarım oldu, ancak oniki gün oruç tutabildim.
            -Sende bir vukuat yoktur sanırım Filozof Efendi.
            -Paşam, midemdeki rahatsızlığım yine nüksetti ve ancak altı gün tutabildim.
            -Maarif Müdürü dostum, sende fire var mıdır?
            -Biliyorsunuz astım hastasıyım. Ramazanın ikinci günü azdı ve bir gün tutabildim.
            -Eh Bektaşi Baba, sen kaç gün tutabildin?
            -Paşa Hazretleri, Maarif Müdürümüz benden bir gün fazla tutmuş.
*      *       *
            Ülkenin şeriatla yönetildiği günler. Ramazanda oruç yiyenleri, zaptiye yakaladığı gibi haydi kotese. Ancak, bayramın üçüncü günü serbest bırakılıyor.
            Dört kişi kuytu bir yerde oturmuşlar yemek yiyorlar. Zaptiye basıyor ve haydi kotese. Daha ramazanın beşinci günü. İçlerinden birinin aklına kurnazlık geliyor. Zaptiye çavuşuna sesleniyor.
            -Çavuş efendi, siz beni niye içeriye tıktınız? Ben gayr-i müslim biriyim.
            -İyi ozaman seni serbest bırakırız.
            -Eğer ben müslüman olsam, benim yüzsuyu hürmetime arkadaşlarımı serbest bırakır mısınız?
            Çavuş olur der  demez, kurnaz hemen salavata başlıyor ve arkadaşlarını da serbest bıraktırıyor. Ve arkadaşlarına çıkışıyor.
            -Bana bakın, hristiyan oldum kendimi kurtardım, müslüman oldum sizi kurtardım. Bundan böyle olur olmaz yerde yemek yok.
*   *   *
            Şaban adında bir vatandaş altmış kilo gelmekte. Ramazanda oruç tutmaya niyetleniyor. İftardan sonra bir tartılıyor ki, ellisekiz kilo. Bir günde iki kilo zayıflamış.
            Kendi kendisine hesap yapıyor. Ya Şaban sen altmış kilosun, ramazan otuz gün, günde iki kilo zayıflıyorsun.Böyle olunca bayramı kim yapacak demiş ve başlamış oruç yemeğe.
*  *  *
            Bektaşi’nin evi ile imamın evi karşı karşıya imiş.
            İmam sahura kalktığında, Bektaşi’nin de ışığının yandığını görüyor. Merak ediyor. Bektaşi oruç tutmamasına rağmen, sahurda kalkıp yemek yiyor. Acaba neden? Birkaç gün sonra Bektaşi’yi yolda  görüyor ve soruyor.
            -Baba erenler, sen oruç tutmuyorsun ama sahura kalkıp yemek yiyorsun, neden?
            -Bre imam efendi, sahura da kalkmayalım da temelli kafir mi olalım.
*   *  *
            Fıkra gibi bir haber de benden olsun.
            Geçmişin ekonomi ulemaları, reklam aktörü olmuşlar. Kendilerine uygun reklam filmlerinde oynuyorlar. Kimi çiçekçi, kimi oyuncakçı, kimi simitçi ve kimi de marketçi.
            Ne yalan söyleyeyim, asıl meslekleri sanki bunlarmış gibi geldi bana. Çok başarılılar. Keşke, ekonomi ile ilgili görevlerinde de bu kadar başarılı olabilselerdi diye düşünmekten kendimi alamadım.
            -Alın, verin ekonomiye can verin. Verin ki, krizin son etkileri de silinip gitsin.
            İyi de, vatandaşın elinde para kaldı mı ki; alıp versin ve ekonomiye can versin.
            Hani hadım birine sormuşlar, çoluk çocuk nasıl diye. Hadım da demiş ki, ben hadımım diyorum siz ise, çoluk çocuktan bahse-diyorsunuz.
            Vatandaş kendi canı ile uğraşıyor, aktörler ise, ekonomiye can vermelerini istiyor. Boşuna dememişler: Tok açın halinden ne anlar?
 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.