Maddî ve manevî zenginlik

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Zenginlik göreceli ve kapsamlı bir kavram. Zenginlik konusunu üretim araçları bağlamında ele alacak, insanın bireysel ve toplumsal yaşamına kazandırdığı maddî (somut) ve manevî (soyut) zenginlikleri özlü bir şekilde açıklamaya çalışacağım.
Son yazımda, üretim araçlarının maddî ve manevî zenginliğin (Z) kaynağı olduğu düşüncesini ifade ettim. Evrensel geçerliliği olan bu nesnel gerçeğin formülü şudur: Z = üa
Tartışmamızı biraz daha somutlaştıralım. Bilindiği üzere, kapitalist ekonomide üretimi esas itibariyle işçiler yapar. Fakat üretilen zenginliğin aslan payı patronlar hanesinde kalır. Çünkü, üretim araçları üzerinde onların mülkiyet hakkı vardır.
Üretilen zenginliğin aslan payını alan patronların maddî zenginliğine şöyle kabaca bir göz atalım. Şunlar görülür:
– Konforlu bir konut.
-Ulaşım ve iletişimde teknolojinin son olanaklarının kullanımı.
– Şık ve kaliteli giyim kuşam.
– Sağlıklı beslenme.
– Gayet iyi bir eğitim.
Örnekler çoğaltılabilir.
Üretilen zenginliğin aslan payını alan patronların manevî zenginliği konusuna gelince, özetle şu söylenebilir: Sahip olunan çok iyi bir eğitim sayesinde hem mensup olunan dinsel inanç ve millet bağlamında hem de diğer inançlar ve milletler ile ilgili bilgi ve genel kültür zenginliği.
Bu söylediklerim, üretim araçları bağlamında zenginlik tartışmasında madalyonun bir yüzü. Öbür yüzüne baktığımızda, göze ilk çarpan, üretilen zenginliğin bölüşümünde yaygın bir adaletsizliğin hüküm sürmekte olduğudur.
Adaletsizlik kavramı bana Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasını hatırlattı.
Bir gün dört çocuk Hocaya gelmişler. Hoca demişler, biz bu torbadaki cevizleri aramızda bölüştüremedik, sen bölüştür. Hoca sormuş, insan bölüştürmesi mi yoksa Allah bölüştürmesi mi yapayım. Çocuklar Allah bölüştürmesi yap demiş. Hoca, birene iki avuç, ötekine bir avuç, diğerine iki tane, birine gene hiç vermemiş. Çocuklar şaşırmış. Bu nasıl bölüştürme demişler. Hoca, bu, Allah bölüştürmesi demiş. Kimisine çok, kimisine az, kimisine hiç vermez.
İlk bakışta, vicdanı olan her insan Hoca’nın bölüştürmüsena şaşırır. Çünkü Allah kulları olan insanlar arasında kattiyen ayrımcılık yapmaz. Öyleyse, Hoca bu davranışıyla ne anlatmak istiyor?
İnanıyoruz ki, Allah insanı yarattı. Ona düşünme yetisi, akıl verdi. Peygamberler gönderdi. Kutsal kitaplar vahyetti. Akıl sayesinde günah ile sevabı birbirinden ayırt etmesini insana bıraktı. İnsanlar bu dünyada fani. Doğduk. Bir gün öleceğiz. Şu fani dünyada yaptıklarımızı Allah âhiret günü cennet ve cehennem hanelerine bölüştürecek. Hangi kulunun cenneti, hangisinin cehennemi hak ettiğine hükmedecek. Buna Allah’ın mutlak adaleti denir. Bu adaletli bölüştürme âhiret için geçerlidir ve Allah’ın işidir. Bu dünyada bölüştürme işini Allah insanlara bırakmış. Kul hakkı yemeyin demiş. Fakat bazı insanlar kul hakkı yiyiyorlar, adaletli bölüştürme yapmıyorlar. Adaletsizliklerini haklı göstermek için, insanları Allah ile aldatıyorlar. Hoca bu fıkrası ile insanları uyarıyor. İnsanları Allah ile aldatanlara karşı aklınızı çalıştırın, gözünüzü açın, hakkınızı yedirmeyin, başkalarının hakkına göz dikmeyin diyor. Hoca bu uyarıyı aslında, çocuklara değil, aklı başında insanlara yapıyor. Hoca demek istiyor ki, bu dünyadaki adaletli ve adaletsiz bölüştürmeler hep insanların işi. Fakirlik, zenginlik insanlardan kaynaklanıyor. Bütün mesele, Allah’ın verdiği aklı çalıştırmakta. Allah ile aldatmak isteyenlere karşı uyanık olmakta.
İnsanları Allah ile aldatanlar yanında Atatürk ile aldatanlar da var. Örneğin, Türk Devrimi’nin öz mayası olan halkçılık Atatürk’ün olmazsa olmaz ilkesiydi. Atatürk’ün halkçılığını bilerek unutturmaya çalışanlar, işte onlar insanları Atatürk ile aldatanlardır.
Madem ki üretim araçları maddî ve manevî zenginliğin kaynağı, o halde, üretim araçları üzerinde çalışan emekçi halkın da mülkiyet hakkının olması gerekir. Bu da ancak halkçı karma-ekonomi modelinde mümkün olabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.