Küresel krizde döviz ile borçlanma

Sınırlarımız ötesinde başlayan ABD kaynaklı asrın en büyük küresel finans krizi genişleyerek tüm dünyayı tehdit etmektedir. ABD tarafından oluşturulan 700 milyar dolarlık kurtarma paketi ile panik havası ve yayılma önlenmeye çalışılmaktadır. ABD ‘de dev yatırım bankalarını vuran domino teorisi gibi yayılan bu krizin ülkemizi etkilememesi mümkün değildir. Türkiye’nin yüksek oranlı cari açık sorunu  olduğu ve artan oranlı yeni finansman ihtiyacının bulunduğu bilinmektedir. Bankalarımız açısından bakıldığında , sermaye yeterlilik rasyolarının (oran) uygunluğu, döviz açıklarının düşük bulunması ve en önemlisi adeta kumara dönüşen dış kaynaklı bu sentetik türev ürünlerine bulaşmamış olmaları en büyük kazanımlarıdır. Bu kriz ortamında oluşan ilk dalgada, uzun vadeli dış borç bulmak miktar olarak azalacak, kredi maliyetleri yükselecek, şartları ağırlaşacaktır. Bu da durgunluk ve küçülme anlamına gelmektedir. Görmemiz gereken diğer bir tehlike ise maalesef iş adamlarımızca yapılmış bulunan yüklü döviz borçlanmalarıdır. Bu borçlar 2007 sonu itibari ile 158 milyar dolar olup, 2008 sonu 170 milyar dolar civarında olacağı sanılmaktadır. Döviz kazancı olmayanların sigortasız döviz ( karşılıksız döviz) ile borçlanması durumunda gerçekleşen bir devalüasyon ( ulusal paranın dış satın alma gücünün düşürülmesi ) karşısında çaresiz kalacakları aşikardır. Yüksek oranlı bir döviz yükselişi ise bir çok döviz borçlusu kuruluşunda batışını gündeme getirecektir. Bunlar işin bilinen yanlarıdır. Ancak iş adamlarımızın bile bile böyle bir risk alma nedenini ülkemizde işlek bir yatırım kredisinin ( uzun vadeli kredi ) olmayışında görmekteyiz. Uzun vadeli yatırım kredileri elde edilmesinin ise çok ağır şartlara, maliyetlere, kefalet ve garantilere tabi olması nedeniyle çalışmamaktadır. Yurt içi ve yurt dışı dövize uygulanan krediler diğer kredilerle mukayese edilemeyecek ölçülerde uygun fiyatlanması, altı yıldır yaşanan enflasyona rağmen dövizin yerinde sayması  iş adamlarımızı bu ucuz ve riskli borçlanmaya itmiştir. Bunu sanayi odasının birinci ve ikinci beşyüzlük şirkteler sıralamasındaki bilançolarında görebilmekteyiz. Bu bilançolar okunduğunda genelde oluşan kârların, geçmiş yıllarda ödenen ancak döviz borçlanması nedeniyle daha sonraki yıllarda ödenmeyen finansman giderlerinin geçmiş yıllara göre çok düşük kalmasından kaynaklandığını faaliyet kârlarının ise etkisiz kaldığını söyleyebiliriz. Ülkemizde iş adamlarımızın şirketleri adına özel sektör bono ve tahvil ihraçlarının talep yetersizliği ve piyasanın avantajlı devlet bono ve tahvil tercihleri nedeniyle yapılamamaktadır. Özel sektör bono ve tahvil ihracına devlet tahviline göre yaklaşık % 7 civarında ilave bir ek yük getirilmiş olması bu enstrümanların ihraçlarını tamamen tıkamıştır. Bono ve tahvil piyasasının büyümesi, derinleşmesi, çeşitlenmesi ve tahvil satın alanların mali risklerinin ortadan kaldırılması, ikinci el piyasasının oluşturulması gerekmektedir. Yukarıdaki şartlar dahilinde alt yapı çalışmaları  tamamlandığında bono ve tahvil ihraçlarına işlerlik kazandırabilinir. Böylece  vatandaşlarımız  bu tür tahvil ve bonoları alarak ülke sanayine katma değer sağlayabilecekleri gibi  gelirlerinden de  istifade edebileceklerdir. İş adamlarımız da kendi çıkardıkları tahviller ile yatırımlarını dışa bağımlı olmadan, rekabetçi güçlerini koruyarak, ülkemiz istihdamına ve büyümesine katkı vererek gelişebileceklerdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.