“Kitaplar tehlikelidir!”

Miras olarak bir kütüphane dolusu kitap bırakılmasını ister miydim acaba diye sordum kendime.
İçinde nadide eserler bulunan, her biri ayrı kıymete sahip, okunması bir ömür süren bir kütüphane.
Ki o kütüphanenin oluşması zaten bir ömür sürmüştür.
Lakin o ömür benim değil, kütüphaneyi oluşturanın ömrüdür…

Benim ömrüm olsun isterdim oysa ben dedim sonra.
Okuduğum kitaplardan ömrüm boyu ağır ağır oluşturduğum bir kütüphane olmalıydı benim kütüphanem.
Peki ya sonra?
Benim ömrümün izlerini taşıyan kütüphaneyi kim isterdi? Kime emanet edebilirdim hazinemi?
Kim onların sayfalarında gezdirdiğim gözlerimi görür, kim okuduğum kelimelerde neler hissettiğimi bilirdi?
Benim gidişimin ardından bir kitap yığıntısı haline gelerek oradan oraya savrulurdu kütüphanem belki.
Belki de bir yerlere bağışlanırdı kitaplarım.
Onların hepsinde benim ellerim, hepsinde benim gözlerim, hepsinde benim izlerim varken benden başka ellere de aynı hissi yaşatırlar mıydı?

Yaşatmazlar mı sandım, yaşatırlardı elbet…
Alamut Kalesi’nden daha sağlam çıkmamış mıydı Hayyam’ın Kağıttan Şatosu?
Yüz yıllara direnmemiş miydi binlerce kitap?
Yüz yıllar boyu milyonlarca göz tarafından okunmamış mıydı onca kitap?
Okumakla tükenmiyordu kitap dediğin.
Okundukça çoğalıyordu hâttâ.
Her okuyan ile bir kez daha, bir kez daha yazılıyordu adeta..
****
İlk okuyuşumda derinliğini ve içeriğini yeterince algılayamadığımı düşünerek bir kez daha al baştan okuduğum Carlos Maria Dominguez‘in Kâğıt Ev‘iydi bana bunları düşündürten.
Kitabı okurken “okur-yazar” bir insan olarak kendimle mukayese içindeydim hep.
Ben de biliyordum, “Kütüphane zamana açılan bir kapıydı”.
Okuma hastalığına tutulmamıştım ancak evimdeki kitaplar gittikçe çoğalmakta ve artık dolaplara sığmamaktaydı.

Heyhat, benim kütüphanemdeki üç beş kitabın sayısı neydi ki, Kâğıt Ev’deki kahramanımızın sahip olduğu kitap sayısı 20 bin idi.
20 bin kitap bir evde nereye sığardı?
Banyo, koridor, salon, garaj… Hepsi dolmuştu. Gittikçe büyüyen, uzayan ve her yere uzanan bir yılandı sanki kitaplar.
Garaj boşalsın diye araba arkadaşa hediye edilmiş, banyodaki kitaplar buhardan zarar görmesin diye sıcak suyla yıkanılmaz olmuştu.
Kahramanımızın kitap alma ve okuma hastalığı o kadar ileri boyutlara varmıştı ki, kitapları korumak için gerekli önlemleri almak üzere ayrılması gereken para yine kitap satın almaya yatırılmıştı.
Kitaplar çoğaldıkça kütüphanenin tasnifi zorlaşmış ve arşiv yapma zarureti doğmuştu.

Peki ya arşiv neye göre yapılacaktı?
Kendine göre bir sistem geliştirmişti kahramanımız. Kavgalı yazarları bir araya koymuyordu mesela.
Lakin o kadar uğraşarak oluşturduğu o sistem, bir gece, müzik, şarap ve mum eşliğinde yapılan bir okuma sonrası şarabın fazla kaçması ve mum alevinin haddini aşmasıyla yok oldu gitti.
Arşivsiz bir kütüphane neye benzerdi şimdi?
“Bulamadığın kitap var olmayan kitaptı. İnsan pek çok kitabı fetheder ama bir kaşif onları idare etmekle yükümlüydü.”

“Kitaplar tehlikelidir” diyordu ya kitabın başında bir paragrafta hani, sonra da kitap yüzünden başına gelmeyen kalmayan şahısları anlatıyordu, kitap bağımlılığı da böyle bir şeydi işte. Kahramanımız da kitabın zararlarını yaşıyordu.
Hele de aradığı kitabı bulamamak tam çıldırmalıktı.

“Kütüphane zamana açılan bir kapıydı.”
“İnşa edilen bir kütüphane yığılmış kitaplar toplamı değil, yaratılan bir hayat demekti. “
Ve “İnsanın en çok arzusunun sınırını bilmeye” ihtiyacı vardı.
Sınırlar bir kez aşılınca insanın hayatla arasında olan gerçeklik bağı da kopmaya başlıyordu.
Sonra da insan hayatını elinden alan bu tutkusuna düşman oluyordu.

Kahramanımız da müptelası olduğu kitaplarına düşman olmuştu sonunda.
“Bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordu.”
Kendi eliyle yarattığı canavarın esiri olmuş ve onunla başa çıkamaz hale gelmişti.

Kitaplardan kurtulmak için kendince bir yol buldu o da.
Kitaplardan bir ev yapacaktı…
****
Kitap Kurtları Kitap Kulübü olarak okuduğumuz, büyük öykü, küçük roman, yani Novella tarzındaki Kâğıt Ev‘de anlatılan konu hem anlatım tarzıyla, hem içinde barındırdığı tanımlamalarla boyundan büyük bir etki yarattı bende.
İçindeki soru işaretleriyle dolu öykü ise yorumlara açık.
Bu kitabı daha iyi anlayabilmek için kitabın satırlarına serpiştirilmiş kitapların da okunması gerekiyor olmalı.
Görüldüğü üzere, kitap kitabı doğuruyor, bize de o doğumların tatlı sancılı hazzını yaşamak düşüyor.
Hepinize iyi okumalar efendim…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.