Keşke ağlasaydın da gitmeseydin be çocuk!

Olayı ilk duyduğumda kendi evladımmışcasına yandım her birine.
Hepsi birbirinden genç, hepsi birbirinden kıymetli, hepsi ailelerinin göz bebeği, hepsi ülkenin ihtiyacı olan eğitimli ve pırıl pırıl gençler…
Biten okullarının ardından onlar için yepyeni bir hayat olan üniversite hayatına adım atacaklar, büyüyüp olgunlaşacaklar, konularında uzmanlaşacaklar, kendi ayaklarının üzerinde durup vatana millete faydalı insanlar olacaklar…
Dı…
OLMADI….
En güzel gün kâbusa dönüşürse…
Pazar günü girdikleri LYS sınavının ardından stres atmak için kiraladıkları arabayla geziye çıkan ve yüreğimize ateş düşüren o kaza maalesef ki ne ilk, ne de son olacak…
Bu sistem içinde hayır diyemediğimiz her talep karşımıza böyle acı faturalar çıkartacak.
İhtimal ki güle oynaya gidiyorlardı gençler arabada. Müzik yüksek perdeden, belki biraz da gaza basıyorlardı. Bir bariyer ya da bir uyarı levhası olsa uçmazlardı belki aşağıya. Ya da o hızla girdikleri virajdan çıkamayacaklar ve bariyerleri aşacaklardı yine de. Belki ne olduğunu dahi anlamadılar. Uçurumdan düşercesine karanlığın boşluğuna düştüler. Düştükleri o sitenin bahçesinde son buldu tüm hayalleri.
Dünyaya gelişleri, bebeklikleri, ilk gençlikleri ve bugüne kadar ilmek ilmek dokunarak gelen kısacık ömürleri acı birer anı haline geldi.
Gözyaşları ve çaresiz haykırışlar arasında verildiler toprağa. Keşkeler, acabalar, pişmanlıklar bıraktılar arkalarında.
Gitme deseydim. Olmaz deseydim. Ben götürseydim….
Ah, dinlemezler ki….
Koskoca LYS’yi atlatmışlar. Gezmek, eğlenmek en doğal hakları. Öyle değil mi?
Kazada yaşamını yitiren Özel Tan Anadolu Lisesi’nde bu yıl 12’inci sınıfa geçen 18 yaşındaki İdil Bayar LYS sınavına giren kuzeni Aytuğ Bayar ile, yine kazada yaşamını yitiren 18 yaşındaki Beyza Varol da 17 yaşındaki kardeşi Beril Varol ile birlikteydi arabada. Aytuğ Bayar ve Beril Varol ile birlikte kazada ağır yaralanan Berfu Çakır (20), Basri Yılmaz (17) ve Tolga Şahin ile birlikte yedi kişiydiler… Ne kadar mutluydular kim bilir…
Sonra olan oldu….
Kazadan yaralı kurtulanlar ömürlerince unutamayacakları hem bedensel hem de ruhsal izlerle yaşayacaklar artık.
Gençliklerinin kâbusa dönüşen bu ‘en güzel günden’ sonra hayatları asla eskisi gibi olmayacak.
Bir acı haber de İznik’ten
Mezuniyetler ardı ardına devam ederken kazalar da mezuniyetlerle at başı gidiyor. Bu kez de İznik Anadolu Lisesi’nin mezuniyet balosundan dönen lise öğrencileri arabayla kaza yaptı. Kazada, 17 yaşındaki Hamit Dönmez yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını yitirdi. Aşırı hızla yoldan çıkarak zeytinliğe savrulan, önce bir zeytin ağacına oradan da yol boyundaki bir direğe çarpan araçtaki 4 öğrenci de yaralandı.
Evlatlarının eve dönmesini beklerken acı haberi alan ailelerin halini varın siz tasavvur edin…
Çocuklarımızı ağlatmamak için her şey…
Hepimiz çocuklarımızı kıramadık. Arzularına ayak diredik, direndik, lakin onları diğerlerinden ayıramadık.
90’lı yıllarda liseyi bitiren oğlumun ‘bitirmelerin klasiği Mudanya Yıldıztepe ziyareti’, tarafımdan kiralanarak oğlumun ve arkadaşlarının emrine verilen bir arabayla yapıldı. Yaptığım yanlıştı. Bu pazar yaşanan vakanın benzeri o gün yaşanabilirdi ve bu ateş benim evime düşebilirdi.
O gün sadece şans eseri kazasız belasız nihayetlendi…
Fakat hayat şansa bırakılacak kadar basit değildi. Bazı kararların bedeli acımasızca ödenebilirdi…
Hepsi çocuklar gülsün diye…
Daha 1 ay önce eski Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Şen’in henüz 17 yaşındaki torunu Alp Ali Şen, Şile İmrendere köyünde kendi kullandığı UTV aracı ile karşıdan gelen bir kamyonla çarpıştı. O kazada Alp Ali Şen tüm ailesini yasa boğarak olay yerinde vefat etti. Arkada çaresizlik içinde birbirine sarılarak teselli bulmaya çalışan anne-baba, adını kendisinden aldığı dede, tüm aile efradı ve sevenleri ile pek çok anı bıraktı.
Çocuk mutlu olsun diye eline verilen bir oyuncak onun azraili olmuştu.
Hayata Ferrarisiyle veda etti…
10 Aralık 2012 gecesi olayın oluşundan tahmini yarım saat sonra olay yerinden geçtiğim ve itfaiyenin söndürdüğü metal yığınını şaşkınlıkla izlediğim, daha sonra yol boyunda durmuş araçlardan çıkan insanların feryat figan konuşmalarından olayın vehametini fark ettiğim o acı kaza.
Ferarrisiyle Mudanya’dan Bursa istikametine gitmekte olan 29 yaşındaki Şükrü Mancu İDO İskelesine ayrılan yolun üzerinden geçen köprüde direksiyon hakimiyetini kaybetmiş ve taklalar atarak yaklaşık 6 metrelik yüksekten alt geçitteki yolun üzerine düşmüştü. Araçtan fırlayan genç kendi aracının altında kalmış, araç da alev almıştı. Bir vatandaşın kamerası tarafından saniye saniye kaydedilen görüntüler yürek kaldıracak gibi değildi. Alev topuna dönen araç köpük sıkılarak söndürülmüş, ardından aracının altından Mancu’nun cansız bedeni çıkartılmıştı.
Hız tutkunu olan Mancu ölümünden üç gün önce Twitter’da bir arkadaşına ”0-320’de sıkıntı yok da 340’a doğru bir titreme oluyor direksiyonda, sen bilirsin. Neden sebep oluyor bu” yazmıştı.
Ah be çocuk! Araban iyi güzel de, yollar yarış pisti değil ki…
Üstelik bu memlekette Renç Koçibey bile trafik kazasında yaşamını yitirmişken…
Kontrolsüz güç, güç değil…
Hız demişken, Koçibey demişken 29 Aralık 2013’de kayak yaparken kafasını kayaya çarpan ve o günden beri hayata tutunma mücadelesi veren F1’in yaşayan efsanesi Michael Schumacher’i atlamayalım. O ki pist dışında bir UNESCO elçisi ve sürücü güvenliği için sözcülük yapmakta idi. Hayat onu yine hızlı bir sürüş ile test etti. Rallilerdeki usta sürücülüğüne ve dikkat ettiği sürücü güvenliğine nazire yapar gibi geldi onu dağ başında buldu. Kader mi denir buna, yoksa kontrolsüz gücün yarattığı felaket mi, bilemedim…
Ah Zeki Müren…
Bilenler bilir, Zeki Müren radyo programına ‘Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun’ diyerek başlardı. Bir de şimdi görse. Gözler yolda ama görmüyor, çünkü akıl hep telefonda. En ufak bir bildirim sesinde o telefona bakılacak, arayan her kim olursa olsun cevaplanacak, araç, telefonda sohbet edile edile kullanılacak.
Dikkat sıfır, refleks sıfır, direksiyon sıfır…
Ve çok zaman kaçınılmaz son…
Çocuktan şoför olmaz…
Araç sürücüsü anne-babalara da iki lâfımız olsun. Özellikle de erkek sürücülerin kucaklarına oturttukları çocuklarıyla yaptıkları eğlenceli(!) sürüşlere şahit oluruz yollarda. Güvenli bir yerde dahi olsa çocuk için direksiyon sevdasını ziyadesiyle erken başlatan bu davranış akan trafiğin ortasında umursamazca sergileniyor. Şaşkınlıktan küçük dilinizi yutacağınız bu görüntüye karşınızdakini uyarmanın kifayetsizliği ve korkusu ekleniyor. Biliyorsunuz ki ‘Çocuk benim değil mi, sana ne!’ bakışıyla, hatta sözleriyle karşılaşmanız kuvvetle muhtemel.
Babasının kucağında oturan çocuk babanın araç kullanmasını zorlaştırıyor, ondan sonra olabilecekleri akıl hafsala almıyor.
Ön koltukta özel koltuklarıyla dahi oturması sakıncalı çocuklar, kemersiz, annesinin kolları arasında ya da ayakta dikilerek yapıyorlar yolculuklarını. En ufak bir çarpışmada araç içinde darbe alabilir ya da araçtan fırlayabilirler.
Ondan sonra dövünsen ne fayda.
Giden gitmiş…
Önce tedbir, sonra kader…
Sporun her türlüsü iyidir, aileler tarafından desteklenir. Bir de yürekleri ağza getiren sıra dışı sporlar vardır ki işte onlar sizi ölümle burun buruna ve ailelerinizle karşı karşıya getirir.
Belinize bağlanan elastik bir iple metrelerce yüksekten atlanan bungee jumping mesela. Yamaçtan çıkışı başardıktan sonra doyumsuz manzaralara tanıklık edilen yamaç paraşüt mesela. Yüksek dağların zirvelerine ulaşıp bayrağı dikmek için sarp kayalara tırmanılan dağcılık mesela. Azgın sularda küreklerle yol almaya çalışan şişme bir bottan suya düşüp de başını bir kayaya çarpma ihtimali olan rafting mesela.
Hepsinin adrenalin seviyesi yüksek, hepsi doğaya meydan okuyan, hepsi insan vücudunun neler yapabileceğinin göstergesi.
Hepsi bilinçli bir eğitimle ve tüm tedbirleriyle yapıldığı takdirde eğlenceli, hepsi en ufak bir ihmale izin vermeyecek derecede riskli…
Bilgi ve bilinçle harmanlanmış cesaret
Böyle bir cesarete örnek vermek gerekirse; 2007 yazında Kaliforniya’dan güneybatıya doğru devri âlem yolculuğuna başlayan, 2012’nin Temmuz ayında, 5 yıl 11 günlük bir süreden sonra tekrar başladığı noktaya geri dönüp yolculuğunu noktalayarak tarihte kendi gücüyle devri âlemi başaran ilk kişi olan Erden Eruç en iyi örneklerden birisi olur. O bu uzun yolculuğu bir başına ve sadece kas gücüyle gerçekleştirdi… Korkmadı, yılmadı ve başardı…
Bu macerayı okumak için tıklayın:
 
Ben ağlayacağıma sen ağla…
Bizi böyle diye diye büyüttüler hep.
Gün geldi, o günlerin üzerinden geçen yıllar sonra keşke daha çok ağlatsalarmış dediğim günler oldu. Ya da keşke biraz daha serbest bıraksalarmış…
Ailelerin titizliği yüzünden zaman zaman okulla gidilen toplu gezilerden mahrum kaldık. Bisikletiyle ya da motosikletiyle önümüzden geçenlere hayran hayran baktık. Zaman zaman da büyüklerimizi atlatıp yapacağımızdan geri kalmadık…
Lâkin büyüyüp de ihtimallerin farkına varınca büyüklerin niçin bu kadar endişelendiklerini çok ama çok iyi anladık.
Anladık ve kendi yaşayamadıklarımızdan mahrum etmek istemediğimiz çocuklarımız için elimizden geleni ardımıza koymadık. Gak demeden suyu, guk demeden eti önlerine dayadık.
Okullar, dersler, dershaneler, kamplar, tatiller, hobiler, türlü çeşit aktiviteler…
İstenilen; full donanımlı, derslerinde başarılı, sınavları ardı ardına deviren bir çocuk yetiştirmek.
Yeter ki bütün S’leri geç, dile benden ne dilersen…
Böyle bir dünyaya gözlerini açan çocuğun istediği olmadığında krizlere girmesi an meselesi.
Sıkıysa dediğini yapma…
İnsan hayatı yoldayken öğreniyor…
Yola ise her şey bilinerek çıkılmıyor. Her şeyi bilerek çıkmak için bekleyenler hayatı ıskalıyor.
Bilmediklerini yolda öğrenmek için dört göz, dört kulak çıkmalı demek. Aceleye getirmeden sağlam adımlarla ağır ağır yol almalı.
Gençliğin verdiği deli kanlılıkla baş edebilmeli. Zıvanadan çıkmış hormonların yarattığı enerji doğru yönlendirilmeli ve o günler olabildiğince hasarsız geçirilmeli.
Yasaklar yerine ihtimaller en sert haliyle ortaya sürülmeli.
Yaşlı düşünür, genç yaparmış…
Tüm heyecanlar gençlerin cahil cesaretli kara gözlülüğü sayesinde yaşansa da, tehlikeli her adımda adrenalin tavan yapsa da, gençler her uyarı karşısında “Bana bişey olmaz” diye haykırsa da;
Unutmamalı ki mezarlıklar BANA BİR ŞEY OLMAZ diyenlerle dolu….
Yaşanmışlıkların arkadan gelenlere ibret olması ve yeniden aynı acıların yaşanmaması için eğitim ve doğru algılar yaratan bilinçli rol modeller şart…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.