Sizin yarattığınız cehennemde biz de yanıyoruz!

Antalya’nın tatil bölgesi Adrasan’da çıkan orman yangınında, ormanla sahilin buluştuğu yerdeki 4 otel, hediyelik eşya mağazası ve restoran yandı. Yaklaşık 125 hektarlık alan küle döndü. Rüzgârın etkisiye büyüyen yangın çevreden gelen ekiplerin yardımıyla kontrol altına alındı ve söndürüldü.
Dünyanın sayılı koylarından Adrasan Koyu bakmaya kıyılamayacak güzellikte, yeşille mavinin kucaklaştığı demek az, adeta seviştiği bakir bir koy. Yangının ardından yok olan yeşilin yerini alan gri küller güzelim koyu saçkırana uğramış bir baş haline çevirmiş. İçler acısı bu görüntüye bir de orada yaşayan esnafın feryatları karışınca felaket ikiye katlanıyor.
****
Bursa’da da her yaz çıkar bir orman yangını. Hatırladıklarımdan en büyüğü henüz birkaç yıl önceydi. 23 Ağustos 2009’da, Yalova-Hayriye köyü yakınlarındaki otluk alanda çıkan yangın, kısa sürede kızılçam ormanına sıçramış ve poyrazın etkisiyle büyümüş de büyümüştü. Armutlu sırtlarından Gemlik Körfezi’ne inen yangın nedeniyle Armutlu-Gemlik kara yolu ulaşıma kapatılmıştı
Dumanların Kumyaka’ya ve Trilye’ye ulaştığı, gece olduğundan alevlerin Mudanya’yı adeta yaladığı o korkunç görüntü hâlâ gözlerimin önünde.
Orman yakan piknik sevdası
Şu yangınlar eğer pikniklerden dolayı çıkıyorsa diyeceğim tek şey var, pikniğiniz batsın!
Yok eğer sitelerinize yer açmak için yakıyorsanız, siteleriniz batsın!
Her şeyi yasaklamayı kendine iş edinen zihniyet iyisi mi önce bu sorumsuz piknikçileri yasaklasın, sonra da yeşile düşman inşaat şirketlerini.
İki tane köfteyi ormanda yemek için yakılan mangallar, keyifle(!) tellendirilen ve izmariti baş parmak ve orta parmak marifetiyle gelişigüzel bir yere fırlatılan sigaralar, pikniğin ardından ormanda bırakılmış, içinde kalan suyun mercek haline gelip de güneş ışınlarını odaklayarak yangını başlattığı pet şişeler, yine aynı odaklamayı yapan kırık camlar.
Kendi dağınığını toplamayan insanların bilgisizliği, dikkatsizliği ve adam sendeciliği.
1 cigaradan ne olur, değil mi?

Bina üstüne bina yapabilmek için çıkartılan yangınlar ise teammüden işlenen vahşi birer cinayet…

İlla ki leb-i derya
Almayın artık orman yakılarak yapılan o evleri. Bu cinayetleri bitmek bilmez taleplerinizle  teşvik etmeyin.  Altı üstü 2-3 ay oturacağınız leb-i derya evler için orman hayatının kanına girmeyin.
Ormana saygı duyun. Doğayla içiçe yaşamak istiyorsanız gidin ormana çadır kurun. Keyfiniz tamam olup da dönerken pılınızı pırtınızı toplayın, ardınızda çöplük bırakmayın. Doğa sizden, siz doğadan memnun ayrılın.
Yok illa da konak misali evlerde oturacağım diyorsanız da, gidin kıraç yerlere. Oralara kondurun evlerinizi. Yanına da birkaç ağaç dikiverin hayrına. Yeşili griye dönüştürmek yerine griyi yeşillendirin.
Yakmak kolay, yapmak zor.
Bir ağacın yetişmesi kaç yıl.
Yanması kaç dakika?
Ya yarattığı geniş zamanlara yayılan tahribat?
Yamaçların toprağı tutamaması bir yanda, havanın yağmuru tutamaması öte yanda.
Sonuç; ya zıvanadan çıkmış yağmurlar ve seller ya da kuraklık.
Kısacası, bozulan denge.
Ve ancak 50-60 yıl sürecek bir yenilenme.
Tabii ona da izin verilirse…
Anız yakmak
Hasat dönemine yaklaşılan şu günlerde Valilik tarafından anız yangınlarının önlenmesi ve biçerdöver ile hasatta kontrol hizmetlerinin düzenlenmesi hakkında bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğ ile hasattan sonra tarlada kalan bitki artıklarının yakılmasının önlenmesi ve biçerdöver kontrolleri yaparak dane kaybının belirli sınırlar içinde kalması amaçlanıyor. Çünkü genellikle anız yakanlar kaş yapayım derken göz çıkartıyor. Bazen de gözü özellikle çıkartıp ormanın yanındaki tarlasını anız yakma bahanesiyle biraz daha genişletiveriyor. Sonra biraz daha, sonra biraz daha.
Bu arsız politika sayesinde çiftçinin kazancı bol lâkin memleketin kaybı büyük….
Sorumluların sorunlara bakışı bu olduğu sürece
Adrasan yangının ardından Orman Genel Müdürü İsmail Üzmez’in yaptığı talihsiz açıklamadaki gibi “Yangında can kaybı olmadı çok şükür” demek hangi akla hizmettir. Bilinmez mi ki bir orman yanarken yanan sadece ağaç değildir.
İnsan kaybı yoksa her şey yolunda mıdır?
Kayıp topraktır, kayıp havadır, kayıp sudur. Kayıp; ağaç üzerinde yaşayan, ağaçtan beslenen ve ağaçta barınan tüm canlılardır. Tırtılı karıncası, yılanı tavşanı, çekirgesi kertenkelesi, sincabı tilkisi, kurdu kuşu, solucanı toprağın altında ya da üstünde yaşayan, gözle görülenden gözle görülmeyene tüm canlıları yanan ormanla birlikte yok olup giderler.
Yangının ardından geriye ölmüş bir doğa parçası kalır.
Gri, hâlâ yanık kokan, yer yer dumanı tüten, kızgın bir ölü gibi.
“Artık buralarda ağaç olmaz. En iyisi ya otel ya yazlık, şöyle 5 yıldızlı bir şeyler yapılsın”, değil mi?
Tamam yapılsın ama kucak dolusu paralar sayarak aldığınız yazlık evlerde ya da “çok yıldızlı ve her şey dahil’ otellerde sebep olduğunuz bu büyük katliamın, daha açık söylemek gerekirse talebiniz üzerine yaratılan doğal mezarlıkların üzerinde tatil yapacağınızı sakın unutmayın…
 
Ormanların kaderini tarihî evler de yaşıyor
Yangın; geride delil bırakmadığından olsa gerek yok etmek için en temiz yol. Ev hisseliyse ve paylaşılamıyorsa ya da sit alanıysa ve çivi dahi çakılamıyorsa bir kibrit de çakılamıyor değil ya, çak gitsin.
Ne var ne yoksa hepsini yak gitsin.
Sonra da yaptığın ahlâksız planların sonucu olarak ister git sigortadan paranı al. İster arsa haline gelmiş olan enkazın yerine otel mi yaparsın artık, rezidans mı yaparsın, dilediğin binayı yap. Ya da git ‘güzel’ bir paraya sat…
Son yıllarda İstanbul’da yanan tarihi binalara bakıyorum da, orman yangınlarında yangın nasıl hep piknikçilerden dolayı çıkmışsa, bu yangınlarda da yangın hep “elektrik kontağından” çıkmış.
Mesela;
Beşiktaş, Ortaköy’de yer alan ve otel yapılmak amacı ile boşaltılmak istenen Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu Temmuz 2002’de “elektrik kontağı” sonucunda tamamen yandı. Yangından sonra yetkililer yapının eğitim binası olarak tekrar aynen yapılacağı söyledi; fakat daha sonra otel inşaatı başladı.
Bakırköy’de 1874 yılında inşa edilen Taş Mektep, Mayıs 2009’da alevlere teslim oldu.
* 28 Kasım 2010 tarihinde çatısında çıkan ağır yangından dolayı çatısı çöken ve 4. katı kullanılamaz hale gelen Haydarpaşa Garı’nın otel yapılmak üzere yakıldığı iddiaları gündeme geldi. İddialara yanıt olarak garın restore edileceği açıklandı; yangının “elektrik kontağından” kaynaklandığı belirtildi Bu arada da Gar için düşünülmekte olan proje onaylandı.
* 11 Şubat 2011’de Mimar Sinan’ın 1580’de yaptığı eseri Tarihi Kılıç Ali Paşa Camii’nin restorasyonu sırasında çatısında yangın çıktı; yapıya fazla zarar vermeden söndürülen yangının sorumlusu olarak yine “elektrik kontağı” gösterildi.
* 19 Şubat 2011’de İstanbul’da bulunan Beyazıt Camii’nin avlusundaki tamamen ahşaptan yapılmış Hünkâr Kasrı’nda yangın çıktı; binanın üst katı küle döndü. Bu yangının da “elektrik kontağından” çıktığı açıklandı.
* 23 Aralık 2012’de tarihi Kapalı Çarşı’nın Örücüler Kapısı’nda yangın çıktı. Laleli’deki yapı 2000’li yıllara kadar hamam görevini sürdürmüş, ancak 2004’te hamam üzerinde başlayan kaçak otel inşaatı CHP’nin itirazlarına rağmen durmamış, soruşturmanın önüne sürekli engeller çıkmıştı.
* 25 Aralık 2012’de sabahın erken saatlerinde Cağaloğlu’ndaki 1865’te yapılan, 5 katlı İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası tamamen yandı. 147 yıllık tarihi yapının da “elektrik kontağı” yüzünden yandığı açıklandı.
* 22 Ocak 2013’te Galatasaray Üniversitesi’nin 142 yıllık tarihi binası büyük oranda yandı ve yangına sebep “elektrik kontağı” olarak gösterildi. Şu anda yanan binanın restorasyon projesiyle betonarmeye döndürüleceğine dair eleştiriler var.
* 28 Haziran 2014’te Üsküdar’da bulunan Fethi Paşa Korusu’ndaki tarihi Hüseyin Avni Paşa Köşkü çıkan yangında küle döndü. Çatı katında başlayan yangının çıkış nedeni henüz açıklanmasa da biz artık yangının sebebini gayet iyi tahmin edebiliyoruz.
Hele de tarhî bina okul ya da resmî daire ise; bilgisayarlar, klimalar, aydınlatmalar, kablolar kablolar kablolar… Haliyle eski binaların eskimiş elektrik sistemleri bunca yükü taşıyamıyor ve en ufak bir aksaklıkta bina kül olup gidiyor.
Peki o zaman bu ağır yükü kaldıramayacağını bile bile niçin o binalara bu kadar yükleniliyor, niçin hâlâ aktif kullanılmaya çalışılıyor?
Bu binaların, adeta bir hazine sandığı olan İstanbul’un en nadide mücevherleri olduğunu niçin kimse anlamıyor?
Yakıp yıkma meraklısı zihniyetin hazine sandığının içine dalıp sandığı talan eden haramilerden ne farkı kalıyor?
Ne elmastan anlıyorlar, ne yakuttan, ne safirden. Onlara göre hepsi aynı, hepsi sadece ‘taş’.
Değil mi?
****
Ağacı ormanı çalıyı çırpıyı bir yandan, taşı toprağı altın İstanbul’u öte yandan yaka yaka tüketiyorsunuz.
Ne tarihe, ne gelmişe, ne geçmişe, ne geleceğe, ne de doğaya saygı duyuyorsunuz.
Ve siz ülkemizi de, insanlarımızı da her anlamda ÇÖL’e çeviriyorsunuz…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.