Yanıbaşımızdakiler

Şehirlerin kalabalığında içiçe geçmiş hayatlar zaman zaman ortaya kâh komik, çokça da trajikomik hikâyeler çıkartmakta.
Şehir hayatını içine sindirmiş insanlarla, şehre henüz gelmiş ya da eskiden gelmiş olsa dahi şehirleşememiş insanların kaçınılmaz kesişmeleri, şehirleri her köşebaşında bir tehlikeyle karşılaşma ihtimalleriyle dolu bir orman haline sokmakta.
Mesela; trafik lâmbalarında avını bekleyen cam silicilerin ellerindeki paçavrayla camlarınıza hamle etmesiyle sizin ‘istemem’ bakışınız kesişti kesişti, yoksa haliniz duman. ​Hoş, siz istemem deseniz de dinleyen kim….?

Hayırlı olsun, artık eskisinden daha pis camlarınız ve cebinizde üçbeş kuruş eksik paranız var.

Arabanın camlarını silmeye kalkışan10’lu yaşlarda ve sokaklarda başıboş dolanan çocukların haline üzülüp de kendilerini uyarma gafletine düşmüştüm bir keresinde. “Çocuklar dikkatli olun, çocuk tacirleri, organ mafyası ya da uyuşturucu satıcılarının tuzağına düşmeyin” demiştim safça. “Abla onların hepsi zaten bizim mahallede yaşıyor” diye cevaplamıştı el kadar çocuk beni.
Öylece kalakalmıştım direksiyon başında.
Bursa’da da son dönemlerde çoğalan, menbaı ise İstanbul olan cam silicilerinin yarattıkları tehlike öyle böyle değil.
Televizyonda izlediğim bir haberde; gelin arabalarına özel bir alakaları olan gençler kendilerine verilen bahşişi beğenmedikleri için gelin arabasını taşlıyor, kaçmaya çalışan arabanın otobüs durağına dalmasıyla devrilerek yan yatması bir oluyor. Neyse ki kaza can kaybına sebep olmuyor.
Gelin arabasının haliyse içler acısı. Çekiciler yardımıyla servise taşınıyor.
Bu da düğün üstü onca masrafın üzerine tuz biber ekiyor…
Canlı canlı şahit olduğum bir başka bahşiş atağında da facianın eşiğinden dönülüyor.
Gezi olaylarının yıldönümünde, Beşiktaş Dolmabahçe önünde, gelin arabasının üzerine abanmış ve her biri diğerinden azman 3 cam silici gençten birisi cam sileceğini yakalamış, gelin arabasının gidişine izin vermiyorlar. Çocukları kovalamak için arabasından inen damat aracı geri viteste bırakmış olmalı ki, araba içindeki gelinle birlikte bir anda şoförsüz olarak geri gitmeye başlıyor. Damat ani bir hareketle koltuğuna atlayıp direksiyona geçiyor. Arkadaki araçla arada mesafe olmuş olması olası bir çarpışmayı önlüyor.
Kovalanan çocuklar bir dahaki kurban’a kadar kaçışıyor.
İşin en ilginç tarafıysa; Dolmabehçe önünde ‘çapulcular’a gaz ve su sıkmak için bekleşen ekiplerle, trafiği daha da karıştırmakla mükellef trafik polisi olaya sadece BAKIYOR

Otoyollardaki trafiğin zaman zaman yavaşladığı yerler ‘araçların arasına dalarak ellerinde sallandırdıkları şarj aletlerinden, poşetlere tıkıştırdıkları salatalıklara kadar envai çeşit ürün satanlar’ tarafından ele geçirmiş.
Eskinin otobüste ya da gemide birdenbire peydah olan, kendilerine has ses tonu ve konuşma tarzıyla ‘Baylar Bayanlar, şu elimde görmüş olduğunuz…..’ diyerek söze başlayan satıcılarını mumla arar olduk…
Cam siliciler ve satıcılar bir yana, memleketlerindeki savaştan kaçıp gelen Suriyeliler alenen sokakta yaşıyor. Kabataş sahilde rastladığım ve uyanık olduğu zamanlarda dilenen bir kadın, uykusu geldiğinde iki çocuğunu koynuna alarak yere serdiği bir örtünün üzerinde devirip kendini yatabiliyor.
Bu kişinin gündüz halleri böyleyse, geceyi nasıl geçirir, bilinmiyor…

Her türlü melanet açlıkla başlayıp, arsızlıkla ve doymazlıkla devam ediyor.
Bunlara izin vermemesi gereken sosyal hizmetler ve polis ise bu gidişata niçin bir dur diyemiyor.
Vazifesi halkı korumak olan polis gereğini yapmıyor.
Çoluk çocuğun yollara çıkmasını engellemesi gereken sosyal hizmetler yeterli olmuyor.
Ailesinin özen gösterdiği çocuklar boş zamanlarını sporda ve sanatta değerlendirirken, çocuğunu sermaye olarak gören kesim çocuğunu her türlü pisliğe kendi elleriyle bulaştırabiliyor.
Çocukların sosyalleşmesi için çaba gösterenler düşman belleniyor. Ailenin ahlâk algısı çocuğun ahlâklı yaşamasına izin vermiyor.
Ayağında top sektiren, havuzda denizde yüzen, kumsalda ateş yakıp eğlenen, kitap-dergi-gazete okumasını bilen, hayatı takip eden ve hayatla bütünleşen çocuklar yerine, sokaklarda bonzai çekerek ruh gibi dolanan çocukların neler yapabileceğini kestirmek zor değil.
Onlar önce kendi bedenlerine zarar veriyorlar. Sonra da geri kalan her canlıya…
Yaşlı-genç, kadın-erkek, çoluk-çocuk, kedi-köpek kim var kim yoksa alıyor nasibini bu güruhtan.
Binbir ihtimamla büyüyen çocuklarla kesişiyor yolları bir yerde.
Bir bahşiş ya da bir cep telefonu bahane oluyor yılların dengesizliğinin bedeli.
Hırs, nefret ve bilenmişlik canavara dönüşüp çöküyor ocakların üzerine.
İşkence, taciz, tecavüz, hırsızlık, gasp, darp ne varsa yaşanıyor.
Suçlu polis tarafından yakalansa da suratında arsız bir sırıtmayla ve yaptığından utanmaz, hatta gurur duyar bir halde geçiyor kameraların önünden.
Göğsümüz daralıyor, midemiz kasılıyor.
Korkuyoruz…
Bir gün bir yerde kesişmekten çok korkuyoruz.
‘Allah korusun’ demek tedbirsizliğe ve eğitimsizliğe deva değil, biliyoruz…
Ve; bir kişiyi dahi olsa topluma kazandırabilen herkesin ellerinden saygıyla öpüyoruz…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.