Kent Konseyi mi, ‘Tavşana kaç tazıya tut’ mu?

: Bursa Kent Konseyi nedir? Ne iş
yapar? Bursa Büyükşehir Belediyesi ile ne kadar ilgilidir? Sizce alacağımız
yanıtlar nasıl olur?

Ben kurum olarak tanınmışlık,
işlevsellik, hissedilirlik, ulaşabilirlik ve günlük hayata temas açısından
alınacak yanıtların çok yüksek olacağını düşünmüyorum.

Kent Konseyi’ni duymuş olanların önemli bir kısmının
değerlendirmesinin de “Büyükşehir Belediyesi yan kuruluşu ya da şirketi”
olacağını yönünde ciddi bir kanıya sahibim.

Belki bir kısmı “Merinos Kültür Merkezi işleticisi”, bir
kısmı da “hayır kuruluşu” yanıtı verebilir.

Sanırım çok az bir kısmı da “bizim
cemaatin kültürel merkezi” diyecektir.

Buyurun ölçelim. Ya da bir ölçüm varsa paylaşalım.

Bursa kent konseyi ne
kadar katılımcılık sağlıyor?

Yerel seçimler tarihi incelendiğin
de son yıllarda “toplum katılımı” ve “birlikte yönetme” vaatlerinin seçim
çalışmalarında üst başlıklardan birisi olduğuna hep tanık oluyoruz.

Vaatte bulunanın kimliği fark
etmiyor ister sol, ister sağ bir parti ve ekip yönetmeye aday olsun “katılım ve
birlikte yöneteceğiz” söylemini kullanıyor. Kulağa hoş geliyor bu söylem.
Seçildikten sonra da unutuluyor.

Şimdi denebilir ki; “yahu milletin
yerel yönetime katılacak hali mi var. İşsizler iş peşinde, işi olanlar aldığı
düşük ücretlerle Bursa gibi pahalı bir kentte geçim derdinde. Elektrik ve
doğalgaza gelen bu yüksek zamların yansımaları ile geçim derdi daha bir ‘dert
olacak’. Çocukların eğitim paraları, sağlıkta katkı payları, ulaşımın
pahalılığı, kriz söylentileri, acaba işimi kaybeder miyim korkusu, işi
olmayanın artık zor iş bulurum kaygısı” kısacası hayat gailesi.

Kim nereye-nasıl katılacak? Neden
katılacak? Katılacak hal mi var? Katılsak bir yararı mı var?

Soruları olabilir.

Yazının bundan sonrası “katılıma
meraklı olanlar” ve “katılımı önemseyenler” için devam edecek.

Elbette katılımcığı önemsemek için,
katılımcığın önünü açan, kentsel demokrasiyi temel alan, toplumun değişik
kesimlerine karar alma süreçlerinde söz ve karar hakkı tanıyan, adil, saydam ve
ayrımcı olmayan bir belediye anlayışı gerekir.

Bu sadece “yeter şart” değil aynı
zamanda “gerek şarttır”.

Şimdi denebilir ki, “biat” ve
“tevekkül” ün hakim kültür olduğu, popülizmin, iş bitiriciliğin ve
Osmanlıcılığın merkeze alındığı belediyecilik anlayışında ne katılımcığı, kim
katılacak?

Bu sorular anlaşılabilir ve
sorulabilir.

Yazının bundan sonraki bölümü “bu
koşullarda” katılımı önemseyenler için devam edecek.

Katılım iyi bir yönetsel sistemin
kurulması ve toplumun söz karar sahibi olmasına aracı olup, genel amacı daha
fazla demokrasidir.

Toplum katılımı ile siyasal
sistemin alacağı kararların ilgili kamuoyu ile birlikte alınması ve
yurttaşların karar süreçlerinin işleyişinden olabildiği ölçüde bilgi sahibi
olması sağlanmakta ve bu yolla bireylerin siyasal sisteme ve kente
yabancılaşması önlenmektedir.

Daha fazla yurttaş katılımı ile
birlikte, fırsat eşitliğinin sağlanması, halk denetimi, bireysel hakların
korunması, yönetimle bütünleşme, meşruluk, doğru ve etkin karar alma gibi
konularda adımlar atılabilir.

Şimdi daha yerel ve öznel bir soru
sorulabilir.

Büyükşehir Belediyesi “baş
danışmanı” Semih Pala’nın başında olduğu Bursa Kent Konseyi hem katılım aracı
olarak yurttaşların görüşünü “toparlayacak” hem de bu görüşlerin Büyükşehir
Belediye politikalarıyla uyumlu bir hale getirileceği bir “sesin, isteğin,
talebin, kimi zaman karşı çıkışın” “bağımsız sesi” olacak.

Bu mümkün mü?

Şimdiye kadar yaşanan pratik mümkün
olmadığını gösterdi.

Sorun Semih Pala sorunu değil
elbette. Semih Pala’yı tanırız. Kendi doğruları olan, inatları olan, hırsları
olan ama en önemlisi Belediye ortamında yıllarca bulunmasına rağmen ismi “rant
ve çıkar dosyaları” ile anılmayan bizim bu ilişkiler içinde adını duymadığımız
bir kişidir. Bunu önemsemek lazım.

Kent ekonomik ve siyasal
elitlerinin Büyükşehir Belediye dosyalarının nasıl “halledildiğini” bilen
bizler bu özelliği önemsiyoruz.

Rant ve kent yönetiminin iç içe
olduğu bu yerel yönetimde bu önemsenebilir. Ancak Kent Konseyi için bu “gerek
şart” olabilir ancak “yeter şart” değildir. Rant ilişkilerine girmemek başka
bir şeydir, “reel siyasetin gereği” şeklinde rasyonalizasyonla ranta
direnememek ayrı bir şeydir.

Benim tanık olduğum ve yaşadığım
örnekler ortada.

Semih Pala’nın başında olduğu Kent
Konseyi önemli bir adım atmıştı. Kent dinamikleri ile “Bursa 1/100.000 Ölçekli
İl Çevre Düzeni Planı Çalıştayı” düzenlemişti. Bu çalıştay da geniş kesimler
ile alınan kararlar 22 Ekim 2010 tarihinde büyük bir toplantı ile paylaşıldı.

Demek ki bir yıl olmuş.

Bu çalıştay ciddi bir emek ve geniş
bir katılım sağlanması açısından bence çok değerli bir çalışmaydı.

53 madde de toplanan önemli
kararlar alındı.

Elbette her maddesi önemli ancak
ben değerlendirmeye çerçeve olması açısından 50 ve 51. Maddeleri paylaşmak
isterim.

50. Yeni yapılacak il çevre düzeni
planında sınırları belirlenmiş mevcut tarım alanı arazileri üzerinde ilave yeni
sanayi bölgeleri kurulmamalı, kontrolsüz sanayileşmenin tarım arazileri ve
tarımsal üretime etkisi incelenerek planlama kararları üretilmelidir.

51. Korunacak tarım alanları içinde
oluşmuş mevcut sanayi alanları dondurularak, ilave yeni sanayi alanları
önerilmemelidir. Mevcut çevre düzeni planına aykırı bir şekilde oluşmuş sanayi
bölgeleri ıslah edilmeli, kent içinde dağınık sanayi tesisleri, kapasitesi
dolmamış organize sanayi bölgelerine taşınarak tasfiye edilmelidir.

Kim almış bu kararları?

Başında Semih Pala’nın bulunduğu
Kent Konseyi Çalıştayı.

Sonrasında BESOB Sanayi Sitesi ve
KOTİYAK kararları alınırken ne yapmış Semih Pala, alınan bu kararların
başındayken. Sesini çıkarmamış/çıkaramamış.

Neden olabilir bu “kuzuların
sessizliği”.

Reel siyasetin çarkları işlemiştir muhtemelen. Burada
Çağlar’ın Yeşilkent, Sönmez’in Hüsnügüzel Otel Projesi ve Osman Çelik’in
Nilüfer’de villalık-konut projelerini hiç tartışmayacağım.

Diğerlerine “yutkunanların” bunlara
yutkunması kent ekonomik elitleri ve “medya gücü” açısından daha bir anlaşılır.
Ancak kabul edilemez bir “reel ihtiyaç ve güç” durumu.

Bana zaman zaman “Büyükşehir
Belediye Meclisi’nden iyi ki ayrılmışsın” ya da “keşke ayrılmasaydın”
diyenleri daha bir anlıyorum şimdilerde. Neyse konu bu değil.

Şimdi Semih Pala ve yönetiminin Kent Konseyi seçimini
rakiplerine konuşma hakkı vermeden, açık oylama zorlamaları ile “hazırlanmış
seçim ortamı” atmosferinde kazanmasını gönderdiği bir SMS mesajıyla “ezici”
olarak tariflemesini anlıyorum.

Seçimde rakiplerini değil de “kenti
rant uğruna” tahrip edenlere karşı neden “ezici bir rol üstlenemediğini”
anlayamıyorum. Bu da benim anlayışsızlığım olarak kalsın.

Bursa yerel yönetimini izleyen
hemen herkesin bu Kent Konseyi seçimleri ve işleyişinin ne kadar “göstermelik”
bir anlam taşıdığını hissettiğini biliyoruz artık.

Kentin Akademik Odalarının “biz bu
tiyatronun içinde olmayacağız” diyerek seçimlere katılmamasını son derece
anlıyorum.

Konu katılımcı
belediye olunca bir örnek: Fatsa Belediyesi

Katılımcı Belediye denilince
ülkemizde hala aşılamamış bir Fatsa örneği tartışılır.

Hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar
var.

Terzi olan Fikri Sönmez Fatsa
Belediye Başkanı seçilir.

Sanırım yıl 1979.

Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı
olduktan ve belediye çalışmalarıyla ilgili olarak program taslağı oluşturduktan
sonra ilk iş olarak mahallerde “Halk Komiteleri” seçimi yapılmıştır.

7 mahallesi olan Fatsa, yerleşim ve
toplanabilme özelliklerine, ihtiyaçların kolayca karşılanabilme koşullarına
göre 11 birime ayrılmıştır.

Her birim, nüfusuna göre üç ile
yedi arasında Halk Komitesi temsilcisi seçmiştir, değişik siyasi görüşlerden.

Mahallerde halkın katıldığı ilk
toplantılarda Fikri Sönmez ve belediye çalışanlarınca oluşturulan belediye
çalışma programı taslağı tartışılmıştır.

Bu toplantılarda Halk Komiteleri
üyeleri, gizli oy açık sayım esasına göre seçilmiştir.

Bu komiteler esas olarak mahallerde
yapılan toplantılarda kararlaştırılan belediye hizmetlerini yürütmek, halkın
yakacak, gaz vb ihtiyaçlarının rayiç fiyatlarla eşit olarak dağıtımını
sağlamak, mahallelerin yol, su, elektrik, kanalizasyon vb belediye ile ilgili
her türlü sorununun çözümünde söz ve karar sahibi olarak hareket etmelerine
olanak sağlamıştır.

Fatsa ve Terzi Fikri deneyimi hala
“katılımcı yerel yönetim” açısından konuşulmakta ancak geliştirilmemektedir.

Birimlerde yapılan halk
toplantılarına Belediye Başkanı ve belediye çalışanları ve halk komiteleri
üyeleri katılmıştır.

Belediye Başkanı ve belediye
çalışanları belediyenin mali durumunu, maddi kaynaklarını, mahallerinin
sorununu, hazırlanan program çerçevesinde yapılanları-yapılamayanları
anlatmışlardır.

Yapılanlar ve yapılacak olanlar bu
toplantılarda kararlaştırılmıştır. Mahalle toplantılarında belirlenenler,
belediyelerin organlarından geçtikten sonra Belediye Başkanı tarafından
yürürlülüğe konulmuştur.

Peki, bu deneyim nasıl
sonuçlanmıştır?

12 Eylül darbesinin şefi Kenan
Evren 5 Nisan 2005 tarihinde gazeteci Yavuz Donat’a bu modeli şöyle
anlatmıştır.

“Orada Terzi Fikri diye birisi
çıkmış… Devlet benim diyor… Fatsa’yı o komite yönetiyor… Ne yapılıp yapılamayacağının
kararını halk veriyor… Veya halk adına o komite… Yani kararı devlet vermiyor…
Devlet otoritesi sıfır… Devletin kanunları Fatsa’da işlemiyor… Sana böyle
yüzlerce örnek anlatırım… İster misin?”

Toplum katılımı açısından ben
isterim Ancak Recep Altepe ve Semih Pala ister mi bilemem? “göstermelik” değil
“sahici” katılım açısından geliştirilmesi gereken iyi bir deneyim.

“Halk” ve “Halk Komitesi” lafından
ürkmüyorsanız incelemenizde yarar var.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.