Bilinçli ölüler

 
 
Yeni yeni okumaya başladığım ve zihnimin aydınlanmaya başladığı bir süreçti. 24-25 yaşlarındaydım. Bir otobüste ya da bir kafede, parkta, okuyan bir insan gördüğüm zaman içim yüreğim kıpır kıpır eder; bir şekilde benim de okuduğumu ona hissettirmeye ve ilişki kurmaya çalışırdım.
Okumak, bilmekle eşdeğerdi; benim için.
Bilmekse, insanlığın ulaşabileceği en kamil durumu bilmekti.
Okuya okuya, kemale ererdi insan.
Okuyan biri ile kendimi aynı kulüpte, “insanıkamilyolundayürüyeninsanlar” kulübünde hissederdim.
Benim bildiğim, bilincinde olduğum şeyler, okuyan öbürü tarafından da biliniyordu tabi.
Ve aynı kulübün üyesi olarak, herkesin bilincinde olmadığı (ama isterse olabileceği) anti-sırları paylaşıyorduk…
Bu eğilimim yüzünden, zaman zaman terslendiğimde; öbür okuyanın beni okurken görmediği için, kulüp üyesi olmadığım kanısına vardığını düşünür ve onu hoş görürdüm.
Bugün, bilmenin sadece okuyarak edinilecek bir meziyet olmadığını öğretti, yaşam.
Sadece okuyarak edinilen “bilmek”, iki ucu keskin bıçak.
Bir yanıyla, berrak bir zihne sahip olmaya götürüyor, insanı …
Öbür yanıyla, ürünlere/sonuçlara, daha az emek harcayarak / hiç emek harcamadan ulaşabilmenin yolunu yordamını arar hale getiriyor.
Bu ikincisi, yani emeksiz ürün / sonuç arayışı, insanın içindeki ‘İNSAN’ın ölümü gibi…
“Bilinçli ölüler”…
Bilebildikleri kadarını bilmek için, çok emek vermişlerdi.
 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.