İşaret diliyle sanata işaret…

Eskiden duymayan ve konuşamayan birisini tarif ederken sağır ve dilsiz derlerdi hani.

O kişinin sağır olduğu için dilsiz olduğunu bilirler miydi bilmem.

Anne karnından itibaren duyulan her ses zamanı geldiğinde konuşma olarak yansımaya başlıyor malum.
Eğer ki işitmede sorun varsa, birikim olmuyor, haliyle yansıma da gerçekleşmiyor.
Zaman zaman çıkartılan sesler duyulmadığı için derecesi de kontrol edilemiyor.
Bknz kulaklıkla yüksek seste müzik dinlerken karşımızdakine bir şey söyleme hallerimiz.
Karşıdan gelen tepki tanıdık.
Ne bağırıyorsun, sağır mı var!!
****
Biyolojik bir durum olan duymamanın yarattığı engelleri en aza indirmek ve hayatlarını herkes gibi yaşayabilmelerini sağlamak için gereken eğitimi veren kurumlardan birisi de Nilüfer Özel Eğitim Meslek Lisesi
Rotary 3. Grup Kulüpleri ve YB.Inner Wheel Kulübü‘nün ortak projesiyle, Nilüfer Özel Eğitim Meslek Lisesi’nin İşitme Engelli Kadın Giyim-Kalıp Bölümü kız öğrencilerinin ihtiyacı olan bilgisayar ve program alımı için düzenlenen gecede, işitme engelli öğrencilerin işaret dilini kullanarak sahneledikleri Turgut Özakman’ın “Ah Şu Gençler…” isimli tiyatro oyununu izledim dün gece.
Oyuncu öğrenciler oyun başlamadan önce perdenin ardından meraklı gözlerle izlemeye gelenleri kontrol ediyorlardı.
Yıldırım Bayezid Rotary Başkanı Mehmet Asil Demirsar ve Okul Müdürü Türkan Caner’in açılış konuşmalarının ardından işitme engelli öğrencilerden bazılarının oturdukları koltuklardan kalkıp sahneye gelmeleri ve İstiklal Marşımız’ı işaret diliyle okumaları ise tam bir sürprizdi.
Herkesin tüylerini diken diken etti.
Marşın ardından başlayan oyun ise tam bir eğlenceydi.
Öğrencilerin canlandırdıkları kısa kısa skeçleri izlerken Charlie Chaplin’den Laurel-Hardy’ye uzanan siyah beyaz sessiz filmler canlandı gözümde.
O filmlerde anlatılmak istenen her şey abartılı mimiklerle ve abartılı hareketlerle anlatılıyordu. Sessiz filmler diyalog için senkronize edilmiş sese sahip olmadıklarından filmin önem arz eden yerleri ara başlıklar kullanılarak aktarılıyordu.
O kadar eskilerden biraz daha yenilere gelerek sessiz sinema oyununu ve pandomimcileri hatırladım.
Onlar hiç konuşmadan bir şeyler anlatabiliyorlardı.
Lakin duyuyorlardı…
Peki ya doğduğundan beri duymamak nasıldı?
İlmî anlatımlar bir yana, -duymayanlar dahil- bunu kimse tarif edemez.
Skeç aralarında çalan müzikle dans eden dans grubunu izlerken herkes aynı şeyi düşündü.
Duymamaya rağmen dans edebilmek nasıl bir duyguydu?
Müzik kalplerinde mi çalıyordu?
Ya da onlar için müzik neydi?
****
Bir ara oyunu izlemeyi bırakıp oyunda rol alan arkadaşlarını izleyen öğrencileri izledim.
Bir yandan biz işitenler için oyunun seslendirmesi yapılıyordu ama verdikleri tepkilerden anladığım kadarıyla işitmeyen taraf bizim duymadıklarımızı duyuyor, bizim anlamadıklarımızı anlıyordu.
Oyuncu ve izleyici gençlerin hepsi rahat ve kendinden emin halleriyle eğitimin öneminin canlı aynasıydılar sanki.
Kendilerine emek veren öğretmenleri ve hizmet sağlayan tüm kişi ve kurumlar onların kendilerine yetecek hale gelmeleri için çabalıyorlardı.
Okulun spor tarihi biriciliklerle doluydu.
Sanata İşaret Projesi kapsamında hayata geçen tiyatro çalışmaları ile de sanatla yoğruluyorlar.
Minicik bir organlarının çalışması gerektiği gibi çalışmıyor olmasını kocaman hayatlarının içinde eritip bitirmişlerdi.
Öğretmenleriyle olsun, birbirleriyle olsun işaret diliyle ettikleri sohbetlere baktığımda beden dilinin sözlü dilden daha çok şey ifade ettiğini ve bütün tepkilerinin çağdaşlarıyla aynı olduğunu gördüm.
Aynı şekilde surat asıyor, aynı şekilde sıkılıyor, aynı şekilde gülüyor, aynı şekilde meraklanıyor, aynı şekilde endişeleniyor, aynı şekilde heyecanlanıyorlar ve aynı şekilde giyiniyorlardı.
Gençtiler, kıpır kıpırdılar, cıvıl cıvıldılar.
Oyunda rol alanların hepsi birbirinden yetenekliydi.
Hele de içlerinden bazıları vardı ki, meslek olarak tiyatroyu seçseler yeriydi.
Bulunduğu her sahnede harikalar yaratan ve sempatiklikte sınır tanımayan Mehmet Kutlu, gece boyunca kılıktan kılığa giren Burcu ve Celal Parlak kardeşler, bir rolünde canlandırdığı melekle müsemma bir görüntüsü olan Merve Turan…
İşaret dili demişken;
Google’da işaret dili üzerine ufak bir araştırma yaptım da; her ülkenin kendi işaret dili varmış.
Mesela Amerika´da kullanılan işaret dili (ASL) ile Almanya´da kullanılan işaret dili (DGS) birbirlerine benzemiyormuş.
İşaret dili 5-6 yaşına kadar öğrenilmezse hem işaret dilinin hem de başka dillerin öğrenilmesi zor oluyormuş…
Türkiye´deki işitme engelli okullarında işaret dili öğretilmemekteymiş ve ülkemiz işaret dili eğitimi alanında pek çok ülkeden 50 yıl kadar gerideymiş.
Dünyada ve Türkiye’de işitme engelli çocukların yaklaşık %90´ı duyan anne ve babalardan doğmaktaymış.
Keşke işaret diliyle anlatım her programda yer alsa ve hâttâ işaret diliyle yayın yapan özel bir kanal dahi olsa.
Ya da yayınlama seçeneklerinde dil değiştirme gibi pek çok seçenek nasıl varsa, aynı şekilde işaret dili seçeneği de konulsa.
Tüm işitme engelliler kendilerine özel eğitim alabilse ve hayatlarını kimseye muhtaç olmadan idame ettirebilse.
Zaman zaman hepimizin sessizliğe ihtiyacı olsa da, sessizliğe mahkum olanların mahkumiyet zincirlerinden en azından birkaçı kırılabilse…
Öğrendiğime göre; KANAL D’nin Engelsiz TV’si  http://engelsiz.kanald.com.tr/ yayındaymış.
İşitme Engelliler Spor Federasyonu Başkanı Osman Arslan da dünyanın işaret diliyle yayın yapacak ilk televizyon kanalı olan DUYMAZ TV‘yi kurmaya hazırlandıklarını bildirmiş.
Bu güzel haberlerin varlığına sevinip, projelerin gelişerek devam etmesini diliyoruz…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.