İktisadi büyümede göz boyama

Belli bir dönemde, ürettiğimiz mal ve hizmetlerin toplam parasal (katma) değeri bize milli gelirin tarifini vermektedir.
Üretim ve hizmet tutarı (yaratılan katma değer) artınca milli gelir de artmak durumundadır. Milli gelirdeki bu artışlara bizler büyüme diyoruz.
Ekonomik büyüme, gelişmekte olan ülkelerin gündemini meşgul eden konuların başında gelmektedir. 7. 2 milyar kişiye ulaşan dünya nüfusunun, dörtte üçünün az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerde, yaşadığı bilinmektedir.
Bu büyük nüfusun, iyi bir yaşam ortamına sahip olması için bu ülkelerde istikrarlı, hızlı ve rekabet gücü yüksek bir ekonomik büyüme modelinin olması gerekmektedir. Gerekli büyümeyi sağlayamayan bu ülkelerin karşılaştığı en büyük sorunun gelir dağılımındaki adaletsizlik ve işsizlik olduğunu söyleyebilirim.
Gelişmekte olan ülkeler, yatırım yaptıkça kalkınabilir ve refah düzeylerini yükseltebilirler. Ekonominin hedefi, insanı mutlu etmek ise büyümenin hedefi, refahı artırmak olmalıdır.
Ekonomi politikaları başarılı ve büyümenin nimetleri halka dengeli yansıtılıyorsa, yoksulluğun azaldığı, refahın arttığı görülecektir. Büyüme konusuna birde ülkemiz üzerinden bakalım, Ülkemizde, İhracata ve istihdama dayalı bir üretim, ekonomi modeli yerine iç tüketime ve ithalata dayalı, inşaatla desteklenen bir büyüme modeli yaşatılmaktadır.
Bu modelin sürdürülebilmesi için, ülkenin tasarruf kabiliyetinin yüksek olması yetmez. Kaldı ki % 12lik çok düşük bir tasarruf değerimiz ile G 20 ülkeleri içinde son sıralarda yer bulmamız, son derece üzücüdür. (Çin % 50lik bir orana sahiptir) Yurt içindeki bu sermaye yetersizliği, bizi dışarıdan borç bulmak mecburiyetinde bırakmıştır. Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu Haziran 2013 raporları sanayi devlerimizin, bankalara 238 milyar liralık kaygı veren, bir borcu olduğunu göstermektedir. Toplamda 36, 5 milyar faaliyet kârına karşılık 19 milyar TL faiz gideri verilmesi, sistemin kan kaybettiğini açıkça göstermektedir. Şimdi sistemin işleyiş şeklinden bahsetme istiyorum.
Sistemde öncelikle, TL değerli tutuluyor. TL değerli olduğunda, enflasyonda düşük kalıyor. Enflasyon düşük olunca faiz de düşük oluyor. Faiz düşük olunca kredi kullanımı başlıyor, kredi kullanımı talep yaratıyor. Talep varlık değerlerini ve üretimi arttırıyor.
Varlık değerlerinin yükselişi, insana maddi durumunun iyi olduğunu hissetmesine sebep oluyor. Buda harcamayı, harcama da ithalatı ve üretimi arttırıyor. Bu artış vergi tahsilatlarını arttırıyor, bütçe açığını düşürüyor. Ekonominin durumunu iyi gösteriyor.
Bu göstergeler sıcak para girişini sağlıyor. Sıcak para TL yi daha değerli hale getiriyor.
Döviz daha aşağı geliyor, ithalat artıyor, büyüme de artıyor. Ancak cari açık da sürdürülemez noktaya doğru geliniyor. Sıcak para kısa vadeli sermaye girişi demektir.
Küreselleşmenin gelişmekte olan ülkelere getirdiği en büyük sıkıntıların başında sıcak parayı görmekteyiz. İkinci 500 lük sanayi gurubunun haziran 2013 raporlarına göre, gurubun toplam kârının bir Ziraat Bankasının kârına erişememesi, sıcak paranın sanayimiz üzerindeki tahribatını gözler önüne sermektedir.
İthalat ikamesi olarak ihracatı getiren, Türk müteşebbisimizin önü açılmalı, teknoloji, enerji, kredi ve vergi konularında tüm teşvikler gözden geçirilmelidir. İnşaat yerine sanayide istihdam ağırlıklı yatırımların özendirilmesi, ihracata dayalı büyümeyi uzun dönemde yüksek katma değer yaratacak şekilde sanayi yapımıza oturtmamız önceliklerimiz arasında olmalıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.