Gazeteciler günündeki karmaşık duygular

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına yapılmadık hakaret kalmadı.
Cumhuriyet dönemi kurulan fabrikaların tümü peşkeşlendi.
Orduya kumpaslar kuruldu.
Atatürkçü aydınlar, sanatçılar, yurtseverler mahkeme kapılarında süründürülüyor.
Adalet kadıların tezgâhında.
Yargı hak getire.
Barzani devlet töreniyle karşılandı. PKK bayrağı, bayrağımızın dalgalandığı göndere çekildi.
Devletin kurumlarına, bilgisiz, bilinçsiz, biat kültüründen gelen tarikat üyeleri yerleştirildi.
Tarım ve hayvancılık bitti. Ormanlar talan oldu.
Sayıştay, AKP’li belediyelerdeki dudak uçuklatan yolsuzluk raporlarını açıkladı da, önce havuz medyası sustu.
Sözde gazeteciler arazi oldu.
Soma’da, Ermenek’te, yüzlerce işçi kömür ocaklarında can verdi.
Dereler HES’lere kurban edildi. Ülkenin her köşesi beton yığını oldu.
Eğitim medreseye dönüştü.
Üniversite hastaneleri can çekişiyor.
Geçmediğimiz köprüler için vergi ödüyoruz.
Suriyeli sorunu dayanılmaz boyutlara ulaştı.
Tecavüz, şiddet, ahlaksızlık almış başını gidiyor.
Kısaca, ülkemizin geleceği karardı da, önce havuz medyası sustu.
Anlayacağınız, medyanın yüzde 90’ı idare-i maslahatçı oldu.
Rejim değişti de, ne yazıktır ki, cılız bir kaç gürültünün dışında hiç ses çıkmadı!
***
Türkiye’de son bir yılda, 100’e yakın basın kuruluşu kapandı. Ekonomik baskılarla kapananların sayısı belli değil.
Son bir yılda, 200’ün üzerinde gazeteci gözaltına alınırken, 100’e yakınına tutuklama kararı çıktı. Toplamda ise 153 gazeteci cezaevlerinde çürütülüyor.
İşaretle yapılan tutuklamalar yetmezmiş gibi, AKP’yi alkışlamadığı için 12 binin üzerindeki gazeteci işsiz bırakılmış durumda.
Halkın gerçekleri öğrenmesini sağladığı için cezaevlerine gönderilen gazetecileri düşünen var mı? Ya da, işsiz gazeteciler ne yapıyor? Aç mı? Açıkta mı? Evine ekmek götürebiliyor mu? Çocuklarının okul masraflarını karşılayabiliyor mu?
Kimin umurunda?
Kaçaksaraydan yönetilen Türkiye’de demokrasi yok. Demokratik işleyişten söz etmek olası değil.
Anayasa Mahkemesi işlevini yitirdi. Diktatörlük adeta yasallaştı.
Türkiye’nin üzerine korku imparatorluğu adeta kabus gibi çöktü.
Anayasa kitapçığının 28. maddesinde her ne kadar “Basın hürdür, sansür edilemez” diyorsa da bunlar, yalnızca yandaş medya için geçerli oluyor. Gerçek anlamda gazetecilik yapanlar için basın özgürlüğünden söz edebilmek hemen, hemen olanaksızdır.
Tutuklu gazetecileri, işsiz gazetecileri düşündükçe, “Çalışan Gazeteciler Günü”nün hiç bir anlamı olmadığı çok daha iyi anlaşılıyor.
Yereldeki kutlamalar
Karacabey’de 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü”nü dün geride bırakırken, değişik duygular yaşadık.
Değişik kesimlerden ziyaretimize gelenlerin yoğunluğu, ister istemez farklı yorumları da beraberinde getirdi.
Son iki, üç yıldır karşılaştığımız bu durum bir hayli düşündürücü oldu.
Ortada sosyolojik bir olgu yoksa, önceki yıllarda neden böyle yoğunluk olmadı?
Meltem, bildiğiniz gibi, 61 yıldır çizgisini hiç değiştirmedi. Bizler de hiç değişmedik. Sürekli göründüğümüz gibi olduk.
Öyleyse söz konusu bu ziyaretçi patlaması neyin göstergesidir?
Karmaşık duygular yaşarken, mutlu olmadık dersek yalan olur.
Çalışan gazetecileri unutmayanlara ne kadar sevgi göndersek azdır.
Diğer pencereden bakıldığında görünen fotoğrafı, sosyolojik bir olgu olarak değerlendirebiliriz.
Aksi halde geçtiğimiz yıllara oranla 10 Ocak’taki sıra dışı yoğunluğu başka nasıl anlatabiliriz?
Söz konusu bu düşüncelerimi ziyaretimize gelen birçok konukla paylaştım. Genellikle toplumun sosyalleştiği yönünde görüşler çıktı ortaya. Doğru mudur, değil midir, bilmiyorum.
İçinden çıkamadığım olguyu tatlı bir isyana bağlıyor, düzenin çarpıklığına sessizce gösterilen gizli bir tepki olarak değerlendirmeye çalışıyorum.
Dün düşünmediklerimizi, bugün olağanüstü yaşamayı başka türlü nasıl anlatabiliriz ki?
Bizlere bu güzel duyguları yaşatan dostlarımıza bir kez daha içtenlikle teşekkür ediyorum.
Çalışan gerçek gazetecilerin günü kutlu olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.