Cumhuriyet sofrasında adalet için nasıl bir ekonomi? -2-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Geçen haftaki yazımı şu iki soruyla sonlandırmıştım:
Karma-ekonomi emperyalist ülkelerde başarılı sonuçlar verirken Türkiye’deki uygulaması neden başarılı olmadı ve emperyalizmin kıskacında kapitalist ekonomiye dönüştü?
Bu kıskaçtan nasıl bir ekonomi modeliyle çıkılır ve Cumhuriyet sofrasında adalet sağlanır?
Önce, birinci soru üzerinde duralım. Özet olarak söylemek gerekirse, emperyalist ülkelerde karma-ekonominin başarılı olmuş olmasının asıl nedeni iç ve dış sömürüdür. Türkiye’nin iç ve dış sömürü olanakları yoktu. Fakat buna rağmen Atatürk dönemi diye tanımlanan 1923-1938 zaman diliminde karma-ekonomi uygulaması başarılı olmuştur. Bu başarının temel anahtarı halkçılıktır.
Başarısızlıklar Atatürk’ün ölümünden sonra yaşandı. CHP’nin içinde devam edegelen halkçı ve liberal çizgi arasındaki rekabette liberal çizgi Parti yönetiminde etkili konuma gelince, 1940’larda başlayan Altı Ok ilkelerine, özellikle de halkçılık ilkesine ihanet, ardından liberal zihniyetin siyasi iktidarı seçim yoluyla ele geçirmesi karma-ekonominin giderek yozlaşmasının yolunu açtı.
İç sömürünün sınırlı olması, dış sömürünün zaten mümkün olmayışı, ülkede burjuva sınıfının gelişmesi ve büyümesi için tek seçenek Devlet’in sömürülmesiydi. Kolayından köşe dönme alışkanlığı, emperyalist ülkelerin özel ve devlet tekelleriyle rekabette Türk burjuvazisinin deneyimsiz ve cesaretsiz kalmasına neden oldu. Türk Devrimi çizgisinde ısrar edecek rabıtalı devlet adamı eksikliği, burjuvazinin maddi ve manevi zayıflığı nedeniyledir ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD şemsiyesi altına sığınıldı, NATO üyesi olundu. Bundan sonra karma-ekonomi adım adım emperyalizmin kıskacında kapitalist ekonomiye dönüşmenin sürecine girdi. Adalet ve Kalkınma Partisi bu sürecin en son uygulayıcısı olarak sözü edilen kıskaçta iktidarını sürdürüyor.
Şimdi, bu kıskaçtan nasıl bir ekonomi modeliyle çıkılır ve Cumhuriyet sofrasında adalet sağlanır sorusunu cevaplamaya çalışalım.
Karma-ekonomi Atatürk döneminde başarılı oldu, çünkü halkçılık anlayışı ile uygulanmıştı.
O halde, tekrar Atatürk dönemindeki karma-ekonomiye mi dönülmeli?
Devletin malı deniz, yemeyen keriz. Devletçilik, insan fıtratındaki bu mikrobun canlanmasına, yayılmasına, etkin hale gelmesine olanak sağlıyor. Sosyalist ekonomilerin çökmesinde insan fıtratındaki bu özellik etkili olmuştur. Bu deneyim Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’de de yaşandı.
Bu gerçekten ders alınması gerekmez mi?
Bence, gerekir.
Nasıl bir ders çıkarılmalı?
Madem ki özel ve devlet sektörlerinden oluşan karma-ekonominin devlet sektörü az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde böyle bir hastalığa yol açıyor, o zaman bunu önlemenin yolu nedir sorusu üzerine kafa yorulmalı.
Ben şahsen bu konu üzerine epey kafa yordum. Sonunda şu sonuca vardım:
İçine sürüklenilmiş olan kıskaçtan çıkmanın ve Cumhuriyet sofrasında adaleti sağlamanın en akılcı ve gerçekçi yolu, halkçı karma-ekonomi modelidir.
Nasıl mı?
Daha önceki yazılarımda üzerinde durduğum üzere bir kez daha açıklayayım.
Halkçı karma-ekonomi özel ve kamu sektörlerinden oluşur. Karma-ekonomiden farkı, özel sektörde patronlar nasıl üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibiyse, halkçı karma-ekonominin kamu sektöründe çalışanlar da üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibidirler. Üretim, özel sektör gibi, kâr odaklı yapılır. Her bir kamu işçisi aynı zamanda işyerinin patronudur. Sekiz saat çalışır, çantasını alıp eve gider, ama iş bitmiş sayılmaz. Özel sektör patronu gibi yedi gün yirmi dört saat işletmenin bütün işleriyle ilgilenir. Dolayısıyla, devletin malı deniz, yemeyen keriz mikrobunun hayat bulması adeta olanaksız hale gelir.
Bu modeli emekçi halka anlatacak, halkı örgütleyecek siyasi parti hangisidir?
CHP mi, İYİ Parti mi, Saadet Partisi mi, Vatan Partisi mi?
Özel sektörün sınıfsal çıkarlarını öncelikleyen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bunca yıl iktidarda kalmasının en belirleyici nedenlerinden biri, böyle bir modeli programına koymuş, emekçi halkı bilinçlendirmek ve örgütlemek için siyaset sahnesine çıkmış bir muhalefet partisinin veya partilerinin yokluğudur.
Cumhuriyet sofrasında adaletsizlik 1940’lı yılların ortasından itibaren devam ediyorsa, bunun baş sorumlusu CHP ve diğer muhalefet Partileri’nin emekçi halka sınıfsal çıkarını doğru bir şekilde açıklamamış, onu aydınlatmamış, bilinçlendirmemiş ve örgütlememiş olmasındandır.
Kitap çalışmalarım nedeniyle köşe yazılarıma ara veriyorum. Kalın sağlıcakla!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.