Çocuktan al hayat dersini

Bursa Kent Konseyi Müzik Eğitim Çalışma Grubu ve Dünya Müziği Derneği – DMD’nin işbirliği ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin katkı ve destekleri ile Merinos ATATÜRK Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘8. Bursa Ulusal Piyano Günleri’ bu yıl da yoğun bir katılımla gerçekleşti.
14 ve 15 Nisan günlerinde, 09:00 – 21:00 saatleri arasında, toplamda 700 minik piyanist dünyaca ünlü eserleri seslendirerek yeteneklerini sergiledi.
Amatör ruhla, engin yürekler ve sakınılmayan emeklerle hazırlanan etkinlik geçtiğimiz senelerde üç güne yayılmıştı ve katılımcı rakamı daha fazlaydı.
Bu yıl pazar günü gerçekleşecek referandum sebebiyle katılımcı sayısı 700 ile sınırlanmış, gün de ikiye inmişti. 50’şer dakikalık programlar halinde sahneye gelen genç çalıcılar kendi seçtikleri parçalarını icra edeceklerdi.
Bu etkinliğin 14 Nisan’daki ilk gününe katılarak, o gün içerisindeki katılımcıların üç seansını dinledim ben de. Salona girdiğimde sahnede olan çalıcıları izleyici koltuğundan, daha sonraki çalıcıları kulisteki DMD üyesi arkadaşlar ile birlikte, saat 15:00 seansı olan üçüncüsünü de (DMD Başkanı Sezan Kaya’nın ricasını kırmayarak) o seansı sunduğum için mikrofon başından, yani sahneden yakinen izledim.
(İki seans arasında DMD Başkanı Sezan Hanımla kısacık bir sohbet ettik. Sohbetin video kaydını buradan izleyebilirsiniz.)
Benim sunacağım seansta 17 genç çalıcı vardı. Adını okuduğum çocuk piyanonun başına geliyor ve eserini çalıyordu. En küçüğü 5, en büyüğü 17 yaşında olan çalıcılardan bazı çocuklar heyecandan olsa gerek, bazen eserlerini çalmaya başlamadan önce, bazen çaldıktan sonra, bazen de hem başında hem sonunda izleyicileri selamlamayı unutuyorlardı. Sezan Hanım da bu ufak detayı kulağıma fısıldamış, benden bu hatırlatmayı yapmamı rica etmişti.
Önümdeki listedeki sırada Behiç vardı. Daha sonra 5 yaşında olduğunu öğrendiğim Behiç’in adını okuyarak onu da diğerleri gibi sahneye davet ettim ve kendisinden izleyicileri selamlamasını rica ettim. Ben bunu söyler söylemez Behiç’in yüzü asılmaz mı… Sonra da piyanonun başında donup kalmaz mı…
Hay Allah! Keşke ona hiçbir şey demeseydim. Bana mı alındı acaba?
Behiç piyanonun başına oturdu oturmasına ama kollarını kaldırıp ellerini piyanonun tuşları üzerine bir türlü koymadı. O durdu, biz bekledik, biz bekledik, o durdu, adeta zaman dondu. İzleyiciler destek için alkışladı birkaç kez. Lakin Behiç açılmadı.
Saniyeler geçti, saniyeler dakikaya döndü, Behiç yine çalmadı. Öğretmeni yetişti imdada. Gözyaşları içindeki Behiç’i sahneden aşağıya aldı. Behiç yanımdan geçerken nasıl etsem de onun gözyaşlarını dindirsem dedim çaresizce, ancak şu anda ona annesinden başka kimsenin iyi gelmeyeceğinin de bilincindeydim. Sustum ve onu sadece gözlerimle kucaklayarak teselli ettim.
Sahneden inen Behiç izleyiciler arasındaki annesinin kollarına sığındı koşa koşa. Ne de olsa henüz beş yaşında bir anne çocuğuydu o.
Onun annesinin güvenli kollarında olduğunu gördükten sonra programa kaldığımız yerden devam ettik biz.
Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası tarafından bu etkinlik için özel olarak sağlanan ve tuşlarına pek çok önemli piyanistin dokunduğu piyanonun başına oturan her çocuk kendi seçtiği parçasını çalıyordu.
Bazı çocuklar tuşlara tedirgin tedirgin dokunurken, bazılarının vücudu adeta piyanoyla bütünleşmişcesine ahenkle dans ediyordu. İlgi, merak, yetenek, çalışma, zaman ayırma, deneyim ile yorumlanıyordu parçalar.
Yanlış anlamayınız; bu bir piyano yarışması değildi. Kimse kimseyle yarıştırılmıyordu. “En”ler seçilmiyordu. Buradaki amaç çocukların öz güvenlerini perçinlemek, onlara öğrendiklerini sergileme fırsatı vermek, sahne adabını öğretmek, sahne tozunu tattırmak, çocuklarıyla gururlanan ebeveynlere de çocuklarını müziğe yöneltmekle ne kadar doğru bir iş yaptıklarını görme fırsatını vermek.
Gözlerini çocuklarının üzerinden ayırmayan anne babalar, sahnedeki torunundan başkasını gözü görmeyen büyükanneler büyükbabalar, sahneden ailelerine el sallayan çocuklar ve tabii onlara emek veren müzik öğretmenleri. Herkese değen bir tatlı heyecandı bu…
****
Benim sunduğum seansın sonuna geldiğimizde, Behiç’in annesinin elini tutmuş halde merdivenlerden sahneye doğru ilerlediğini gördüm. Annesi “Biz çalacağız” dedi karşıdan usulca. Mikrofondan anons etmedim onu tekrar ürkütmemek için. Behiç yavaşça sahneye geldi, öğretmeni bir yanında, annesi bir yanında olarak piyanonun başına geçti. Sonra da parçasını çaldı ve alkışın büyüğünü kaptı.
Behiç’in de parçasını çalmasının sonrasında tüm liste tamamlanmıştı. Her seans sonrası olduğu gibi katılımcıların boyunlarına madalyaları takıldı, teşekkür belgeleri ve armağanları takdim edildi, fotoğrafları çekildi. 15:00 seansı katılımcıları ve öğretmenleri ile birlikte ben de bir fotoğraf aldım elbette. Bu da bana bugünden kalacak anıların görsel kısmıydı.
Fotoğraf çekimin ardından çocuklar aileleri ile birlikte salondan ayrıldılar. Ben sahneden inerek Behiç’i bulmak için koşturdum hemen. Lakin bulamadım.
Bulabilseydim eğer, sahneye dönüşünden ve eserini çalışından dolayı onu da annesini de kutlayacaktım.
Behiç ürküp kaçmamıştı, kaçıp saklanmamıştı, çalmaktan tamamen vazgeçip bu güzel fırsatı kaçırmamıştı. Annesi de onu sakinleştirmiş ve salondan çıkartmamıştı.
Belki o anki heyecanı, belki de benim ettiğim söz ile dağılan dikkati onu o anda çalmaktan alıkoymuştu lakin Behiç pes etmemiş ve sahneye gelip gereğini yapmıştı.
Bugünün hikâyesinden alınacak hayat dersi buydu işte. Kişisel gelişimcilerin, yaşam koçlarının, tüm öğretilerin dediği buydu. Düşmek varsa da, pes etmek yoktu…
Ben salondan ayrılırken diğer seans başlamıştı bile.
Belki başka başka hikâyeler yaşanacaktı iki gün boyu.
Onlardan birisi bugün bana denk gelmişti.
Bu hikâyenin kahramanı Behiç benim kalbimi işte böyle fethetmişti…
* Geçen yılın hikâyesini minik Melis yazdırmış, geçen yılın dersini o vermişti bana.

O yazıya buradan ulaşabilirsiniz…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.