Bunun adı nedir?

Domuz gribi salgını Meksika’da ortaya çıktı, hızla ilerledi ve Tükiye’yi sarsmaya başladı. Patlak verdiği Amerika ve Avrupa’dan fazla bir ses duyulmuyor. Amerika ve Avrupa’da tedavi ile uğraşılıyor. Türkiye’de ise laf  salatası ile zaman kaybediliyor.
            İlk tartışma, eski ve yeni Sağlık Bakanları arasında başladı. Eskisi, aşının yan etkileri konusundaki çekincelerini dile getirirken, yenisi ise aşının herhangi bir yan etkisinin bulunmadığını ve aşı yapılmaması konusunda görüş bildirenler hakkında -ölüm vaki olduğu takdirde- suç duyurusunda bulunacağını ifade etti. Eskisi, aşının dört yaşın altındaki çocuklara tatbik edilmemesinin aşının prospektifinde yazılı olduğunu savundu. Yenisi ise, aşının risk grubundaki bütün insanlara sırasıyla uygulanacağını belirtmiştir.
            Tartışmalar bu düzeyde süregelirken, sipariş edilen aşıların önce beşyüzbinlik ve sonra da ikimilyonluk partilerinin geldiği ve aşıya önce sağlık personeli hacı adaylarına tatbik edileceği belirtildi. Risk grupları tespit edildi. Risk grublarına, önceliklerine göre aşı yapılacağı bizzat Sağlık Bakanı’nca açıklandı. Sağlı Bakanı, medya önünde görkemli şekilde aşısını yaptırdı ve Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın da aşı olacağını müjdeledi.
            Üzerinden çok geçmeden, Başbakan TBMM’deki grup toplantısında; Sağlık Bakanı ile aynı görüşte olmadığını ve aşı da olmayacağını, ön sırada oturan Sağlık Bakanı’nın gözünün içine baka baka ve bastıra bastıra ifade etti. Sağlık Bakanı, Başbakan’ın bu ifade ve tavrını sinesine çekmiştir. Bilahare Bay Akdağ, Başbakan’ın yanlış bilgilendirilmiş olabileceğini ve istifasını gerektirecek bir hususun bulunmadığını açıklamıştır.
            Bu gün ise, gerçekleşen ölümlerden sonra, risk gruplarının  değiştirildiği Sağlık Bakanlığı’nca açıklanıyor. Ne oldu? Dünya Sağlık Örgütü, konu ile ilgili standartları mı değiştirdi de haberimiz mi olmadı? Yok öyle bir uygulama. Biz burada laf üretirken, Avrupa ve Amerika tedavi teknikleri ürettiler. Domuz gribinin tedavisi konusunda dahi birlik sağlayamadık. Ayrılık, sadece eski ve yeni bakan arasında olsa amenna; bu kez Başbakan ile sorumlu Sağlık Bakanı ters düştüler. Fakat, Sağlık Bakanı istifayı hiç düşünmedi.
***
            Aylardır adı söylenen ve kendisi açıklanamayan paketlerden ilk adı “KÜRT AÇILIMI” sonraki adı ise “DEMOKRATİK AÇILIM” ve şimdilik son adı “MİLLİ MUTABAKAT” paketi diyelim, 10 Kasımda TBMM’ne getirildi. Şimdilik son adı dedim, çünkü her an değişebilir.
            Muhalefetin, 10 Kasım Ata’nın ölüm yıldönümü; paketi   11 Kasımda TBMM’ne getirseniz daha iyi olmaz mı ricaları kulak ardı edilmiş ve 10 Kasımda paketle ilgili genel görüşme başlatılmıştır. Teamül olarak bu tür görüşmelerde oturumları TBMM Başkan Vekilleri yönetmelerine rağmen, 10 Kasımdaki oturumu  TBMM Başkanı M.Ali Şahin yönetmiştir. Oturum, muhalefetin görsel tepkilerine sahne olmuş. Sözsel tepkilerini  ortaya koyamayan  CHP “ATAM İZİNDEYİZ” “ESERİNİN BEKÇİSİYİZ” türünden pankartlar açtı.
            Başkan M.Ali Şahin, pankartlara tepki gösterdi ve indirilmesini istedi. Başarılı olamayınca da oturuma ara vermek zorunda kaldı. Aradan sonra oturum yeniden açıldı ve hararetli dakikalar yaşandı. Netice olarak, esastan görüşmelere Perşembe günü değil, Cuma günü başlanmasına karar verildi.
            Bu arada Başbakan, TBMM Başkanı’na pankartların indirilmesindeki etkinliğini beğenmemiş olacak ki, sert sitemlerde bulunduğu medyaya yansımış. TBMM Başkanı’ndan henüz bir tepki gelmemiştir. Anlaşılıyor ki, Başbakan’ın uyarı ve sitemlerini sinesine çekmiştir.
            Şimdi düşünüyorum da, Bay Şahin “YASAMANIN BAŞI”, Bay Erdoğan ise “YÜRÜTMENİN BAŞI” dır. Devlet protokolünde Cumhurbaşkanı’ndan sonra TBMM Başkanı ve TBMM Başkanı’ndan sonra da Başbakan gelir. Başbakan’ın, TBMM Başkanı’na bırakın uyarıda  ve sitemde bulunmayı, ihsas ettirmesi dahi hukuken mümkün olmaması gerekir. Sağlık Bakanı ve TBMM Başkanı istifa müessesesinin bulunduğunu hiç düşünmüyorlar. Çünkü, önseçim ile gelmediler.Delege ve parti tabanlarına sahip değiller.Genel Başkanlarının iradeleriyle TBMM’ne gelmişlerdir. Bu tür gelmeyi kabul edenler, getiren kişinin sıra dışı ifade ve tavırlarını da sinelerine çekmek zorunda kalırlar.
            Ey 1969’ların Sanayi Bakanı Mehmet Turgut ve l970’lerin TBMM Başkanı Ferruh Bozbeyli bugünlerde kulaklarınız çınlıyor mu?
 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.