‘Bizim soyadımız iletişim’

Bursa Halkla İlişkiler Derneği BHİD‘in düzenlediği söyleşilerin bu seneki son konuğu Salim Kadıbeşegil oldu.
İzmir Alaçatı’dan kalkıp gelerek bizlerle buluşan Kadıbeşegil’in, halkla ilişkiler sektörünün duayen isimlerinden birisi olduğunu okudum tanıtımda.
Nilüfer Dernekler Yerleşkesi’nde düzenlenen etkinliğe geldiğinde, elektronik bağlantılar tamamlanırken bizlere dinlettiği İlhan İrem’den bir şeyler çıkacağını tahmin etmiştim hemen.
Ne dinletsem diye düşünmeden basmıştı tuşa ve biz o tek tık’la dinlemeye başlamıştık İlhan İrem’i.
Yanılmamışım…
İlerleyen dakikalarda bir ara İlhan İrem’le selamlaştık…

BHİD Başkanı Serdar Ömeroğulları‘nın kısa açılış konuşmasıyla başladı söyleşi.
Sohbetini daldan dala yapacağını baştan söyleyen Salim Bey, sunumunun adını da Daldan Dala koymuş zaten.
‘İtibar ve Sosyal Medya’ konulu etkinliğe katılan halkla ilişkilerci arkadaşlar dikkatle dinlediler kendisini. Elbette ben de…
Zaman zaman kesiştik konularda ve ben dünyaya benzer pencerelerden baktığımızı anladım…

Google hazretlerine Halkla İlişkiler‘e kestirme giden bir yol sordum, dedi ki;
Halkla ilişkiler bir işletmenin, kurumun ya da örgütün bağlantı kurduğu ya da kurabileceği kimselerin anlayış, sempati ve desteğini elde etmek ve bunu devam ettirmek için yaptığı sürekli ve örgütlenmiş bir yönetim fonksiyonudur.

Tarihi için de dedi ki;
Halkla ilişkiler kavramı, ilk Fransa’da ortaya çıkmıştır; ancak daha çok Amerika Birleşik Devletleri’nde rağbet görmüş ve oradan yayılmıştır.
Salim Kadıbeşegil de bizlere dedi ki;
“Şimdiye kadar öğrendiklerinizi bir kez de benden dinleyin…”

Ben dinledim ve öğrendiklerimi kısa başlıklar altında sizlerle paylaşmak istedim.

Çatıyı iletişimle ördük
Salim Kadıbeşegil diyor ki: “Evin odaları farklı olabilir. Reklam olabilir, halkla ilişkiler, hukuksal iletişim olabilir, grafik tasarım olabilir ve benzerleri… Önemli olan farklılaşma boyutunu yakalamak. Ben hep farklılaşmanın peşinde koştum. Ben neyin mücadelesini verdim diyor insan bazen. Acele etmeyin (gençler). Zaman geçiyor diye paniklemeyin. Para kazanmak iş değil. Bir şirkette yetkin kişi olmak kariyer sahibi olmak demek değil. Bunların kariyer olmadığını anlamak uzun sürüyor. Sizin hayatla ilgili bir gaileniz olması lazım. (Feridun Andaç’ın Zülfü Livaneli için ettiği sözler geçiyor aklımdan “Livaneli dünya ile meselesi olan, daha doğrusu ‘derdi’ olan bir yazar”.) Bu gailenin içinde bir yerde duruyor olmanız lazım. Bu durduğunuz yerin de sizin kariyeriniz olması lazım.“

İlhan İrem’i dinledik demiştim ya az evvel, sebebi varmış.
Salim Bey, Bursa Koleji’nden sınıf arkadaşı olduğunu öğrendiğimiz İlhan İrem’in yıllardır çizgisini bozmadan varlığını sürdürdüğüne dikkat çekiyor. “Eğilmeden bükülmeden ve biat etmeden farklı bir yerde duruyor. Onun bir kimliği vardır ve onun insana doğaya canlıya baktığı yerlerde kendinizden parçalar bulabilirsiniz.” diyor.
* Marka olabilmek için akıl almaz mücadeleler verip, birçok strateji deneyen herkesin dikkate alması gereken bir örnek İlhan İrem. Önce çanaktaki balın iyi olacak kısacası. Bozulmayacak. Nasılsa alıcısı Bağdat’ta da olsa gelir…

Daldan dala atlarken biraz mesleğin içine dalıyor Kadıbeşegil. Mesleğin itibarı var mı yok mu tartışması için, “İtibarı olsa şimdi bunu konuşuyor olmazdık” deyip noktayı koyuyor.
Mesleğin geldiği yer ile ilgili bir sıkıntı mı vardı da mesleğin itibarını tartışmaya gelmişti bu iş?

Mesleğin doğum yerine gidiyor kısaca
1905’te Ivy Lee John D. Rockefeller için çalışmaya başlamış, 1923’de dünyanın en meşhur Halkla İlişkilercisi, Edward L. Bernays “Crystalizing Public Opinion” (Kamuoyunun Kristalleştirilmesi) kitabını çıkartmış.
105 yaşında ölen Bernays’ın 100 yaşını geçtiğinde bile hala kimler halkla ilişkilerci olabilir diye çalışmalar yaptığını ve o yıllarda bile kimler halkla ilişkilerci  olabilir, kimler olamaz konusunun tartışıldığı bir dünyanın var olduğunu söylüyor.
İkisinin arasında ne farklar var diye soracak olursanız;
Ivy Lee, halkla ilişkilerciliği şirketlerle basın arasında bir iletişim köprüsü olmak kılığına sokmuş.
Edward Bernays kamuoyunun duyarlılıkları gündeme getiren sesler olması lazım diyerek halkla ilişkilerciliğe strateji kavramını getirmiş. O yüzden bu iki damardan gelen mesleğin yarattığı bir karmaşa varmış meslekte.
Kadıbeşegil ikisinin de doğru adamlar olmadığına karar vermiş sonunda.
Ivy Lee’nin meslek hayatının sonu Ruslar ve Naziler hesabına çalıştığı gerekçesiyle Amerikan mahkemelerinde sürünmekle olmuş zaten.
Bernays’ınki ise daha vahim. Kamuoyu oluşturmak adına sun’i bir hayat yaratmak ve kapitalizmin doruklarında bugüne kadar ihtiyaçların karşılanması olarak görülen bir meseleyi, bir anda hayallerin ve arzuların pazarlanmasıyla ilgili bir meseleye dönüştürmüş ve bu dönüştürdüğü yer bizi pek de hoş bir yerlere getirmemiş.
2008’de binlerce insan geleceğini ve varlığını kaybetmiş mesela.
Çuvaldızı kendimize batıralım diyor Kadıbeşegil;
“Bu ve benzer sonuçlara giden yerlerde bu damarlardan beslenen meslek mensupları aktif rol oynamıştır. Bu sonuçlar bizi hiç de hoş olmayan yerlere getirmiştir.”

Basit yaşayacaksın basit, Emojiler kadar basit
Uzun uzun anlatılabilecek şeylerin en basite indirgenmiş hali olan emojiler sayesinde, söze gerek kalmadan, duygular dahil, bir şekilde iletişim kurabilir artık insanlar diyor Salim Bey.
Emojiler kadar basit olması gereken bir iletişim anlatımını sistem bu karmaşıklığa taşımış.
1930’larda kadınlara özgürlük hareketini temsil etmek için New York 5. Cadde’de sigara yürüyüşü yapan Edward Bernays ile 1960’larda sigara üreticilerinin ne kadar etik dışı davrandıkları gerekçesiyle kampanyalar yapan insan aynı kişi.
* Çıkarlar mı kesişti, akıllar mı başa geldi bilmem….

Salim Hoca’dan ders notları;

Bizim Soyadımız İletişim
“Adımızda halkla ilişkiler, kurumsal iletişim, reklam, tasarım, grafik vs yazabilir. Bizim yapmaya çalıştığımız şey, olabilecek en etkin iletişimi,  kendi çıkarımız ya da müşterimizin çıkarı için değil, toplumun çıkarları için ortaya koyabilecek bir performansla yürütmek. ‘Hayır’ diyebilmek, ‘Olmaz’ diyebilmek. İçinden geçmekte olduğumuz dönemin paradigmaları bunlar.”

İtibarın çıktısı güven
“Güven çıktısının bir girdisi olması lazım. Ben girdileri hep değerlerin içinde gördüm. Olmazsa olmazımız olan ahlâklı ve dürüst olmayı bir kenara koyup, bunlardan bağımsız olan bir çevre duyarlılığı, bir kadın-çocuk duyarlılığını da eklemek gerek artık. İtibar bunlarla ölçülür oldu. Vatandaş kendi gösterdiği duyarlılığı şirketlerden de bekler oldu. ‘Çok kâr etmiş şirket’ terimindense, ‘İtibarlı Şİrket’ terimi öne çıktı. İtibarın temeli de sosyal sorumluluk ve güven.”

Burada konuyla müsemma kısa bir paylaşımda bulunmak isterim:

İtibar üzerine katıldığım bir toplantıda ‘Kurumsal İtibar’ı ve üretimin değişen yüzünü anlatmıştı konuşmacı Ertan Acar.

“Üretimin değişen yüzünde;
70’lerde: Üretin de nasıl üretirseniz üretin.
80’lerde; Üretin ama kaliteli üretin.
90’larda; Üretin, kaliteli üretin, markanız da olsun.
2 binlerde; bunlara ek olarak üretiminiz etik de olsun.
2 binlerin sonuna doğru hepsine ek olarak itibarlı olun…. dendi.
Neden itibar diye soracak olursanız, çünkü itibarlı olanlar krizleri atlatırlar…
Marka olabilmek için bir de firmanın bir öyküsü olmalı.” demişti.
Devamı için tıklayın:

Terazinin kefesinde sabunun işi ne?
“Kilo ağırlığı yoksa etrafta, onun yerine terazinin kefesine ne konulur?”
Bu soru bize geldi ve bilemedik.
Yarım kiloluk ağırlık birimi olarak bir kalıp Hacı Şakir Sabunu kullanılırmış. Kimse o bir kalıp sabunun 500 gr edip etmediğini sorgulamazmış.
“İşte güven budur” diyor Kadıbeşegil.

“Marka isimlerinin önüne konulan Hacı ibaresi de marka konumlandırması ve güven algısı içindir” diyor ve ekliyor; “Hacılığın aksini görene kadar da doğru bir uygulamadır.”
Bize de böyle güvenilmesi lazım işte deyip halkla ilişkilerde eksik olan güvene dönüyor. “Ardında belge aramayacaksın. İş belgeye kaldıysa zaten orada güven yoktur. Biz hep belge aradık. Bize böyle öğretildi ve yanlış öğretildi.” deyip sistemi sorguluyor.

Ernest Hemingway heykeli
Söyleşilerde en sevdiğim bölümler daha önce duymadığım kısa öykülerin anlatıldığı bölümler olsa gerek. İşte bir öykü daha:
Ernest Hemingway’in hayatının çoğu Küba’da geçiyor ve hayatı Küba halkı ile içiçe geçmiş. Hemingway 1954 yılında aldığı NOBEL ödülünü, ödül almak için roman yazmadığını belirterek, almaya dahi gitmemiş.
İhtiyar Adam ve Deniz romanını yazdığı köydeki köylüler, Hemingway’in ölümünün ardından yazara borçlu olduklarını düşünerek onun için bir şeyler yapmak ve borçlarını ödemek istemişler.
Heykel yapma fikri ortaya atılmış ama bu fikir köylülerin parasızlıkları ile zora girmiş. Sonunda her balıkçı, teknesinin ardındaki bir uskur’u kesip çıkartmış. Uskurlar heykeli yapılacak heykeltraşa teslim edilmiş. Heykeltraş bunları eriterek kendisine heykeli yapacak malzemeyi sağlamış. Heykelin kaidesini de köylüler kendileri yapmış. Ortaya da o bilinen Ernest Hemingway heykeli çıkmış.
Kadıbeşegil: “İtibar, siz yokken bile kazanılan bir şeydir…” diyerek öyküyü sonlandırıyor

Mülteci krizinden kime ne?
“Mülteci krizinin nerelere dokunduğu, neleri etkilediğini düşünün bir. Zamanında kimse pek umursamadı mülteci krizini. Sadece yaşadığınız bölgede değil, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan herhangi bir olumsuzluk gelip kapınızda sizi bulur. Steve Jobs’un Suriyeli bir mültecinin çocuğu olduğu söylenir mesela. Bu örnekte olduğu gibi bir iltica sonucunda yaşanan mucizenin de önünü açabilir ya da tam tersi sizin felaketinize de neden olabilir…”

2016 yılında nelerden etkileneceğiz?
Fast Compony’nin belirlediği başlıklara göre;
1- Mülteci Krizi (demek ki ‘bana ne’ değilmiş)
2- İklim Değişikliği
3- Veri Güvenliği sorunu
4- ABD Başkanlık seçimi
5- Drone ve sürücüsüz araçlar
6- ABD’de silahlı şiddet
7- IŞİD
8- Küresel internet erişimi
9- Paylaşım ekonomisi
10- Sosyal Medyada adalet
Bunların hangilerinin sizi nasıl etkileyeceğini düşünün bir…

Anlamsız kariyer yapmayın!
“Bir yandan kariyerinizi yapın, bir yandan hayatın içinde durduğunuz yeri anlamlandırın” cümlesinin ardından yine hoş bir örnek veriyor Kadıbeşegil. Bu örnek bana yabancı değil. James Bowen’in “Sokak Kedisi Bob” kitabını okurken konuyla haşır neşir olmuştum.
Konu şu: Londra’daki Big Issue dergisinin çıkışı ve dağıtım sistemi…
Evsizlerin metro çıkışlarında para dilendiğini gören iki arkadaş onları dilenmekten kurtarmanın yolunu arıyorlar ve Big Issue adında haftalık bir dergi çıkartıyorlar. Evsizlere bunu 1.25 pound’a satıp, onların bunu 2.5 pound’dan halka satmalarını sağlıyorlar. Dergi içinde incelenen konular da yine evsizlerin sorunlarını içeriyor. Şu anda bu sistem 10 küsur ülkede işliyormuş ve haftada ortalama 150 bin sattığı söyleniyormuş. Satışlar böyle olunca reklamlar da geliyor haliyle. Reklam gelirleri ile elde edilen para yine evsizlere gidiyormuş.
Bu konu Salim Bey tarafından en başarılı halkla ilişkiler çalışması olarak görülüyor. Ki haksız da değil…

Taraf olmayan bertaraf olur
Taraf değil bağımsız olmanız gerek diye ayar çekiyor gençlere Kadıbeşegil.“Biz taraf olmadığımız için itibar sorunumuz var” diyor.
41 yılı devirmişken ve artık sektörden ayrılmışken bunu söylemek size kolay geliyor elbet anlamında itirazlar geldi katılımcılardan. Patron, müşteri ve karşılıklı talepler arasında kalmak tartışıldı.
Çocuklar da haklı. Kurumda çalışıyorlarsa kurumu koruyacaklar.
Peki ama ya halk?

Sosyal Medya’nın özü dedikodudur
İ
şte size en güncel bir konu daha.
“İlk devirlerde konuşmaya başlamanın özü bile dedikodu yapma arzusudur” diyor Salim Bey. Sosyalleşmek hayatın özüdür diyor.
Kız bakmaya gidilen hamamlar, okey oynamaya kıraathaneye giden erkekler, altın günlerine giden kadınlar. Daha gerilere gidelim, Eski Roma döneminde Agora. Hatta tuvalet ihtiyacını toplu olarak hep birlikte karşılarken bir yandan da sosyalleşme…
Görüldüğü üzere Sosyal Medya facebook, twitter ve instagram’dan ibaret değil.
Ama Sosyal Medya’nın da bir itibarı var. Nasıl mı?
Kısaca özetlersek, ‘sayfanızdaki paylaşımlarınız sizin itibarınızdır’…
Sosyal Medya Çöplüğü yazımı hatırlayın:

Daldan dala atlarken hop, Star Wars’a konduk
Salim Kadıbeşegil, “Star Wars’ın arka tarafında oyuncak silah sektörü var. Sonrasında cebinde bıçakla maça gitmeye varıyor iş. Oyuncak silahlar konusunda hassasım. Benim change.org’da yaptığım bir kampanya sonucu Türkiye çapında 54 mağazası olan bir oyuncakçı raflardaki tüm oyuncak silahları indirdi. Bir kampanya oluşturarak evdeki oyuncak silahını getirenlere kitap hediye etti.” sözlerini ediyor.
Ben bu sözleri ses kaydından klavyeye dökerken karşıma bir haber çıkıyor.

“ABD’de bir dükkan, mücevher alanlara silah hediye ederek şaşkınlık yarattı.”
Hadi bakalım buna ne diyeceksiniz? Habere inanmayan tıklasın:

Yasaklamak çözüm değil
“Silahın tehlikelerini ikna ederek anlatmak ve bedellerini öğretmek gerek” diyor ve Yeni Zelanda’dan bir örnek veriyor.
Yeni Zelanda’da bir çocuk silah isterse aile çocuğa itiraz etmeden çocuğu karakola götürüyorlarmış. Karakolda çocuk form doldurarak silahla tanışıyor ve polis tarafından silah hakkında bilgi veriliyormuş. Çocuk silahtan vazgeçmeye ikna olmazsa polis tarafından altı ayda bir karakola gelmesi isteniyor. Çocuk her şekilde zora koşuluyor yani.

Vallahi de billahi de sigara sağlığa zararlı değil
Beş sigara üreticisi üst düzey yetkilisinin, ABD’nin üst düzey bir kongresinde sigara hakkında yapılan soruşturmada, sağ ellerini İncil’e basarak sigaranın sağlığa zararlı olmadığına dair ettikleri yemin nasıl bir örnek sizce? Sağlam değil mi? Buyrun size itibar göstergesi.
Ve internette dolanırken 30 Mayıs 2011’de yazılan bir makalede rastladığım, edilen o yeminin perde arkası.

“Kazananlar ve Kaybedenler”

KAZANANLAR

* Philip Morris’in CEO’su Louis C Camilleri (Marlboro, Parliament, Lark, L&M, Virginia Slims etc) Geçen sene 12,4 milyon Sterlin kazandı. Yakınlarda bir hemşireye sigaranın “bırakılmasının o kadar da zor olmadığını” söyledi.
* British American Tobacco (BAT) CEO’su Nicandro Durante (Dunhill, Kent, Lucky Strike, Captain Black vs) Geçen sene 2,4 milyon Sterlin ödendi. Daha önce BAT’ın Brezilya şubesi Souza Cruz’u yönetiyordu. Ayrıca BAT’ın Afrika ve Orta Doğu pazarlarını yönetti.
* Imperial CEO’su Alison Cooper (Davidoff, Fortuna, Gitanes, Regal vs) Geçen sene 1,9 milyon Sterlin ödendi. Daha önce Batı Avrupa pazarlama ve satış müdürüydü.

KAYBEDENLER
Sigara sebebiyle sağlığından, hatta canından olan herkes…
Yazının tamamı için tıklayın:

Daldan dala atlayarak edilen sohbetin sonunda sorular geldi Salim Kadıbeşegil’e. Cevapladı hepsini tek tek tüm tecrübesi ve birikimiyle.
Halkla ilişkilercilere iyi bir yol gösterici olacağına inandığım, son kitabı olan Oyun Bitti’yi imzaladı bir de.
Sonrasında BHİD Başkanı Serdar Ömeroğulları’nın hoş sürprizi, yeni yıla ithafen pasta kesimi ve kâh hep birlikte, kâh Salim Kadıbeşegil ile fotoğraf çekimi…

Son söz de benden gelsin;
“Her ne yaparsanız yapın ama itibarınızı hep yanınızda taşıyın…”

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.