Bağrışan Türkiye

Konuşan Türkiye olacaktık kim sorarsa.
Konuşacak, anlatacak, dinlenecek, anlanacak ve sorunlarımızı el birliği ile kotaracaktık.
Sonunda birbirine bağıran ama kendi sesinin yüksekliğinden karşısındakini duymayan, sorunları çözmek yerine daha da arttıran bir toplum olduk.
Hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşabiliyor da biz niçin konuşa konuşa anlaşamıyoruz diyor insan en saf haliyle.
Sonra da kendi sorusunu kendisi cevaplıyor:
“Çünkü biz konuşmuyoruz, çünkü biz sadece bağrışıyoruz.”
Malum; en tepedekinden en aşağıdakine kadar herkes birbirini hunharca azarlıyor…
Nedeni ne derseniz;
İlber Ortaylı’nın memleketin ahvaliyle ilgili yaptığı bir yorum, birkaç gün önce ettiğimiz sohbet esnasında Gazeteci Yazar Bekir Coşkun tarafından da yapılmıştı:
“Hiç bu kadar ayrışmamıştık!”
****
Etrafı çepeçevre binalarla çevrili bir avluda bir başına olduğumu düşünüyorum ben son zamanlarda.
Ağzımdan bir kelime çıkıyor, karşı binalardan bir pencere açılıp ettiğim o kelimeye demediğini bırakmıyor.
Başka bir şey söylüyorum, bu kez alt kattaki pencere açılıp o başlıyor bağırmaya.
“Çocuklar ölmesin” diyorum mesela, “O çocuk büyüyünce terörist olacaktı, yoksa sen bölücü terör örgütü sempatizanı mısın?” diyor birisi.
“Herkesin insanî şartlarda yaşamasını istiyorum” diyorum, “Vay gominist  vay!” diyor bir diğeri.
“Atatürk’ün izinden ayrılmayalım” dediğimde dinsiz, gavur, ateist sözleri yağıyor üzerime.
“Herkes inandığı dinin vecibelerini yerine getirmekte özgür olmalı” dediğimde ise bazı pencerelerden laikliğin özünü kavramamış cümleler fırlıyor.
Pencerenin biri açılıp biri kapanıyor. Bazen hepsi birden açılıp, hepsi birden konuşmaya başlayınca ortalığı korkunç bir kakofoni kaplıyor.
Yumurtalar fırlatılıyor camlardan. Silaha sarılan bile var.
Bir linç kültürüdür sürmekte ki sonu yok…
Arada sözlerimi onaylayan laflar de ediliyor açılmayan pencerelerin camları arkasından.
Sessizce başlarını sallıyorlar, görüyorum. Belli ki korkuyorlar komşularından.
Ben de korkuyorum üzerime sallanan o parmaklardan.
Nereye başımı çevirsem bir yumruk yiyiyorum.
Serseme dönmüş gibiyim aldığım darbelerden.
Cesur yürekler de çıkmıyor değil karşıma arada, kahramanca omuz veriyorlar ve çıktığım yolda beni cesaretlendiriyorlar.
Kim bilir; belki de “Hadi sen önden git” deyip sonra arkamdan yok oluyorlar.
Farklı Pencereler‘den bahsetmişim bir yazımda.
İşte tam da o pencerelerin ortasındayım şu anda.
****
Özne olarak “ben” dediğime bakmayın siz.
Kendimi kurban ettim yazıya lakin aslında o ben hepimiziz.
Avludaki biçareyiz bazen, bazen camın ardındaki suskun korkak, bazen de pencerelerden birindeki kendini bilmezin biriyiz.
Az evvel dedim ya “Konuşan Türkiye” sözünü biraz yanlış anlamışız biz diye.
Hep bir ağızdan konuşup birbirimizin söylediklerini kaale almadığımız sürece de doğru anlayacağımız yok ne yazık ki.
Bizi birbirimizi yedirenin işleri işte hep…
****
Her şeye rağmen yine de inandığını söylemeli insan.
Körü körüne değil, önce ilgilenerek, sonra da bilgilenerek edinmeli inancını.
Gücünü kendi içinden almasının kuvvetiyle de dimdik durmalı o avluda.

Pencereden konuşacaksa da önce avludakini doğru anlamaya çalışmalı…

‘Peki ya avludaki ipe sapa gelmez konuşuyorsa’ mı dediniz?
Onu da pencereyi kapatarak dinlememekle cezalandırmalı…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.