Aydınların AB gerçeğini görmedeki sıkıntısı

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Varna’da yapılmış olan AB-Türkiye Doruk  toplantısı bağlamında Türkiye basınında çıkan köşe yazılarının ulaşabildiklerimi okudum. Her biri saygıdeğer olan bu yazarların AB-Türkiye ilişkilerini Türk Devrimi açısından irdelememe konusundaki sıkıntısı dikkatimi çekti. Aşağıda, birkaç  köşe yazarından yaptığım alıntıları paylaşmak istiyorum.

 

Ertuğrul Özkök, Sabah gazetesinin manşetini alıntılamış: “Güçlü Avrupa’yı birlikte inşa edelim.” “Türkiye bir kere daha Ortadoğu’nun ne olduğunu gördü.” dediği yazısında, “Biz istikrarlı, ileri bir Türkiye istiyorsak en emin liman Avrupa…” olduğu görüşünü dile getirmiş.

 

Taha Akyol, “Avrupalı Türkiye” başlıklı yazısında, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, “gerçek bir diplomat dille” yaptığı şu açıklamayı paylaşmış: “Türkiye-AB ilişkilerinde zorlu bir dönemi geride bırakmış olmayı umuyoruz… Küresel bir güç olmak isteyen Avrupa’nın, Türkiye’yi genişleme politikasının dışına itmesi vahim bir hata olur… Gelin, güçlü, müreffeh ve istikrar abidesi Avrupa’yı hep birlikte inşa edelim.” Yazısında, “Güçlü Avrupa’yı birlikte inşa etmenin” bir “maharet” işi olduğuna dikkat çekmiş.

 

Abdülkadir Özkan, “Türkiye için ABD ve AB tek hedef olabilir mi?” başlıklı yazısında şu soruyu tartışmaya açmış: “Tek hedef AB üyeliği” şeklinde açıklama yapmanın mantığı olabilir mi? Çünkü böyle bir yaklaşım; siz bize ne kadar kötülük yaparsanız yapın, verdiğiniz sözleri tutmayın ama bizim için AB üyeliği vazgeçilemez hedeftir anlamına gelmez mi? Böyle olunca tüm olumsuzluklara ve dışlamalara rağmen ille de sizinle birlikte olacağız tavrı karşı taraftan saygı görmemize zemin hazırlayabilir mi?

 

Aydın Engin, “Al parayı, mültecileri bizden uzak tut” başlıklı yazısında şu soruyu soruyor: “Kopenhag kriterlerinin tam uygulandığı bir Türkiye’de Erdoğan’ın iktidar ve siyaset anlayışının mümkün olamayacağını Erdoğan bilmez de kim bilir?”

 

Birgül Ayman Güler, “Varna’daki Avrupa Birliği” başlıklı yazısında, Küreselcilik devri kapandı; küreselciler ortadan kayboldu. Açık duran, yalnızca onlardan sorulacak hesapların defteri. Avrupa Birliği’nin de devri kapandı.” görüşünü dile getirmiş.

 

Soner Polat, “Varna’da AB Zirvesi” başlıklı yazısında, “Bu kadar zayıf olan AB, karşısında Türkiye’yi görünce aslan kesiliyor. Zirve’den Türkiye lehine hiçbir şey çıkmaz. AB, elindeki bütün kozları sahaya sürerek Türkiye’yi az ya da çok taviz vermeye zorlar.” uyarısında bulunmuş.

 

Yazılarından alıntılar yaptığım aydınların AB-Türkiye ilişkilerine yaklaşımlarındaki farklılıklara rağmen ortak yanları, AB gerçeğini Türk Devrimi açısından görmeme sıkıntıları.

 

Türk Devrimi unutulmuş.

 

Emperyalist ve sosyalist ekonomilerin ölüm kalım rekabet koşullarında, iki Mustafa’nın aydınlık yolunda Türkiye halkının gerçekleştirdiği Türk Devrimi’nin askerî evresi ve barış koşullarında Atatürk’ün halkçı devletçilik politikası unutulmuş. Türk Devrimi’nin eğitim modeli Köy Enstitüleri’nin yaşamsal önemi unutulmuş.

 

“Türkiye bir kere daha Ortadoğu’nun ne olduğunu gördü.” diyen Özkök’ün, Ortadoğu’nun bugünkü hale düşmesinde Devrim’e hıyanetin  tarihsel payını sorgulaması  gerekmiyor mu? “Biz istikrarlı, ileri bir Türkiye istiyorsak en emin liman Avrupa” mı yoksa Türk Devrimi mi? Özkök’ün bu soruya vereceği bir yanıt olmalı.

 

Taha Akyol, Sayın Erdoğan’ın, “Gelin, güçlü, müreffeh ve istikrar abidesi Avrupa’yı hep birlikte inşa edelim.” temennisinin hayata geçirilmesinde, herşeyden önce, iki Mustafa’nın aydınlık yolunda Türkiye halkının başardığı Devrim’e sadakatla bağlı kalmanın  hayat memat meselesi olduğunu düşünmesi gerekmiyor mu?

 

Birgül Ayman Güler küresellik gerçeği devrinin kapandığı görüşünü dile getirirken, Çin Halk Cumhuriyeti’nin barışa ve insanlığın selametine katkı sağlayacak küreselliği savunduğunu, Türk Devrimi’nin tarihsel işlevi olan  “Yurtta barış, dünyada barış!” özdeyişinin, barışın ve insanlığın selameti için yurt ve küresel boyutta çalışılması gerektiği husunu neden dikkate almıyor?

 

Soner Polat, Abdülkadir Özkan, Aydın Engin ve diğer aydınların Türkiye-AB ilişkilerinin ‘karşılıklı çıkar’ temelinde yeniden düzenlenmesi için kafa yormaları gerekmiyor mu?

 

Geçen haftaki karşılıklı imtiyazlı ortaklık yazımda bu konuyu dile getirdim. Yazımın son cümlelerini tekrarlamakta yarar görüyorum.

 

Türkiye’nin yapması gereken şudur: Karşılıklı imtiyazlı ortaklık.

 

Bu ne demektir?

 

Bu şu demektir: AB-Türkiye ilişkilerini silbaştan ele alıp ‘karşılıklı çıkar’ ilkesinden hareketle, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın sıkça kullandığı “kazan-kazan” anlayışıyla karşılıklı imtiyazlar temelinde Türkiye-AB ilişkilerini yeniden düzenlemek.

 

Türkiye’nin, AB gibi, karşılıklı imtiyazlı ortaklık politikası ile fiilen yeni bir ilişki türü yaratması için Türk Devrimi’nin dış politikasına dönmesi olmazsa olmaz koşuldur.

 

Aksi takdirde, bugüne kadar olduğu gibi,  AB kapısında bekletilmeyi içine sindirmek gerekir.

 

Necip Türk milletine bundan sonra da  bu onursuzluğu reva görenler, millet ve tarih önünde vebal altında kalırlar.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.