Atatürk’e mektup

Büyük insan, büyük komutan, büyük devrimci, büyük devlet adamı, bu gün 10 Kasım ya, huzuruna çıkarken utanıyorum…
Seni dünya çok iyi tanıdı, önünde şapka çıkardı, sana saygı duydu…
Biz, sürekli uyuduk, biz sürekli ihanet içinde olduk…
Bağımsızlık, özgürlük, barış ve çağdaşlıktan başka bir şey düşünmediğini anlayamadık…
Ne söylesen haklısın…
Kabul eder misin bilmiyorum; özür diliyorum. Binlerce kez özür diliyorum…
Bağımsızlığın, özgürlüğün, barışın, çağdaşlığın çerçevesini; cumhuriyetçiliğin, laikliğin, devrimciliğin, halkçılığın, milliyetçiliğin, devletçiliğin oluşturduğunu bilemedik… Devrimlerin süreklilik gerektirdiğini ne yazık ki kavrayamadık… Anlayacağın, bıraktığın değerlere sahip çıkamadık…
Hak etmedik mi ne?
Bol, bol heykellerini diktik… Taklitçiliği yeğledik… Amaçsız bekçililiği yeterli sandık… Devrimin özüne uymayan aymazlık içinde yan gelip yattık… Atatürkçülüğün kalıplaşmasına göz yumduk.. Eskimiş kurumların yerini, çağın koşullarına uygun yenileyemedik.. Eski düzenin savunucularına alkış tutarken, idare-i maslahatçı, omurgasız bir toplum olduk… Ulusçuluk yerine, ümmetçiliğe davetiye çıkardık…
Koşulların değişeceğini hiç düşünmedik.
“Alın size bağımsızlık. Alın size özgürlük. İnsan gibi yaşayın. Çağdaş uluslar topluluğunun eşit bir üyesi olun” dedin de, değerini bilemedik…
Emperyalizme diz çöktürdüğünü ve evrensel bir model oluştururken, sömürge durumundaki mazlum milletlerin önünü açtığını görmezden geldik…
Büyük devletlerden yardım almayı onursuzluk sayardın ya, şimdi dilencilik övünç kaynağımız oldu..
Dağların, taşların, derelerin yabancılara satıldı… Ovaların talan oldu…
Kurduğun kurumlar birer, birer kapatıldı… Bayramlarına kutlama yasağı geldi…
Üzülerek belirtiyorum, yüzümüzü Araplara döndük…
Dindar ve kindar kuşaklar yetiştirme adına oluşturulan “4+4+4=başını ört” sistemiyle okul kitaplarından adını kazıdılar…
Özel yaşamımızı polisle kontrol etmeye başladılar…
Çanakkale’de, Anafartalar’da, Dumlupınar’da uğruna öldüğümüz ay yıldızlı bayrağımız yakıldı… Heykellerinle top oynadılar…
Çankaya düştü…
Milletine miras bıraktığın Orman Çiftliğine kaçak saraylar yapıldı…
Misak-ı Milli sınırlarımızı delik deşik ettiler…
“Lozan” yırtıldı… “Sevr” hortlatıldı…
Bölücüler “Gizli tanık” oldu… Askerlerini karga-tulumba cezaevlerine attılar…
Dahili ve harici bedhahlar sardı dört bir yanımızı. Cebren ve hile ile bütün kalelerimiz zapt edildi. İktidara sahip olanlar ise gaflet ve dalalet içinde…
Uykularım kaçıyor, diken üstünde yatıyorum sanki…
Hele, hele size ayyaş demeleri yok mu, yüreğimi yakıyor…
Biliyorum, çok rahatsızsın…
Ve diyorsun ki; “Ne duruyorsunuz? Birinci vazifeniz, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”
Büyük insan, büyük komutan, büyük devrimci, büyük devlet adamı, bilesin ki kış uykusundan ancak uyanıyoruz. Bilesin ki küllerimizden yeniden doğacağız.
Bekle bizi Atam!
Sen,/dağlarda fırtına,/ovalarda zeytin dalı,/denizlerde dalgasın.
Sen,/ufukta güneş,/güneşte özlem,/özlemde vatansın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.