Aklımıza takılan sorular üzerinden korona!

Korona psikolojimizi alt üst etti.

İlk başta açıklamalar hep “Panik yok, sakin olalım” şeklindeydi.

Çin’in bir şehrinde çıkan virüs iki-üç ay sonra Amerika Başkanı Trump’a kadar uzanıyorsa, durum ciddi demektir.

Hala komplo teorilerine inananlar olabilir; tıpkı camide virüs olmayacağına inananlar gibi!

Evet, Sağlık Bakanı süreci çok iyi götürdü ama sanırım hükümet içi dengeler nedeniyle bazı radikal kararları alması mümkün olmadı.

***

Haklı olarak sosyal medyada sorular var.

Türkiye’de bin 534 hastanede 250 bine yakın yatak var. Yoğun bakım yatak sayısı bunun onda biri oranında bile değil… Örneğin Bursa’da bin 184 yatak var; CHP Ankara Milletvekili Gamze Taşçıer’in belirttiğine göre kişi başına düşen yoğun bakım yatak oranı yüzde 4…

Bununla bu şehirde büyük krizle baş edilebilir mi?

Halil Karaer’in paylaşımında hükümete yönelik doğru bir öneri vardı:

“Özelde korona ama tüm büyük salgınlar, sadece tıbbi hadiseler değil aynı zamanda sosyal olgulardır. Özel sektörde büyük bir işten çıkarma dalgası geliyor. Şu süreçte suç teşkil eden haller dışında işten çıkarmalar devletçe yasaklanmalıdır. İşsizlik fonundan finanse edilmek üzere işçi ücretleri birkaç aylığına devletçe karşılanabilir (Kısa çalışma ödeneği). Salgın bittiğinde sosyal sonuçlarıyla şimdiden yüzleşmek zamanıdır.”

Açıklanan pakette bunlar neden yoktu?

***

Bu lanet virüsün tıpkı Orta Çağ Avrupa’sında olduğu gibi toplumsal-siyasal sonuçları da olabilir.

Gelecek öngörüleri konusunda uzman olan Sapiens kitabının yazarı Harari, salgının totaliter rejimleri güçlendirebileceğini söyledi:

“Virüsün bu zalimliği ile baş etmenin iki yolu var: Bir yol insanları bilgilendirmek, eğer insanlar aldıkları bilgilere güvenebilirse virüs karşısındaki davranışlarını değiştirebilirler. Diğer yol ise totaliter yol. İnsanların üstünde gözetim kurmayla uygulanabilecek bu yol, Ortaçağ’da uygulanabilecek bir yol değildi fakat şu an uygulanabilir. Bugün, insanların bedenlerine yaklaşmadan bile ateşli olup olmadıklarını ölçüp, yakın zamanda görüştüğü bütün insanların listesini çıkartabiliriz. İnsanlar, aldıkları bilgilere inanmayıp kendi içlerinde güven hissedemezlerse, bu işi her an her yerde hızlı uygulamalar yapabilen teknolojilere sahip olan totaliter rejimlerin yapması için mecbur kalırlar. Bu yol ilerisi için oldukça tehlikeli, umarım insanlık olarak bu yolu tercih etmeyiz.”

***

Umarım bu yol tercih edilmez, insanoğlu aklını başına devşirerek iki noktanın altını çizer:

Birincisi, şekilde görüldüğü gibi virüsler sınır tanımıyor, zengin-fakir ayırt etmiyor! İnsanoğlunun kaderi ortak; savaşlara, silahlara harcanan para insanın sağlığı için harcanmış olsa, bir küçük virüs bizimle baş edebilir miydi?

İkincisi, sağlığın özelleştirilmesinin yanlışlığı… Kamu olmadan sağlık olmaz. Umarım dünyayı elinde tutan egemenler, ülkeleri yönetenler bundan sonra, savaşı, silahları, petrolü değil sağlık alanını ön plana alırlar.

***

Bu konuyu Murat Sabuncu’nun T24 sitesindeki yazısının son bölümüyle bitireyim:

“Bir yandan oturdukları koltuktan kalkmak istemeyen, kendilerini mutlak güç olarak gören ama son salgında da görüldüğü gibi çaresiz kalıveren popülist liderler. Bunları Batı’dan Doğu’ya her kıtada, ülkede görmek mümkün. Öte yandan sınırlara takılmadan, bir arada, dayanışarak, daha eşit şartlarda yaşamak isteyen geniş kitleler. Bir yandan kimi zaman silahı, çoğu zaman dini kullanarak ülkesinde ve dünyada rejimini sürdürmek-yaymak için politika üretenler. Öte yandan her inanca, görüşe saygı duyarak, hiç kimsenin inancına karışmadan dünyanın ayakta durabilmesi için ‘bilimi-eşitliği-yaşam hakkını-özgürlüğü’ savunanlar. Virüsten kurtulup yaşarsak dünyanın mutlaka değişeceğini ve şansın ikinci gruptakilerden yana olacağını göreceğiz.”

JAKOBENİZM VE KEMALİZM!

Şanlıurfa’da camiden çıkanlar sanmayın tek örnek… Bu ülkede en az yüzde 20 “Allah’ın evinde korona mı olur?” diye düşünüyor.

Bursa’dan gazeteci arkadaşımız Suat Şenocak’ın şehrin orta yerinde bir kadınla yaptığı söyleşide cehaletin yürüyen ve konuşan şeklini görmedik mi?

***

Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında toplum tifo, dizanteri, verem gibi hastalıklardan kılırken, “Ölüm Allah’tandır” diyenler aşı yaptırmıyordu. Jakoben rejim onlara jandarma dipçiği tehdidiyle aşı yaptırdı. Her iki bebekten birinin ölmesinin önüne geçildi.

Şu Allah’ın işine bak, 21. yüzyılda siyasal İslam’ın egemen olduğu ülkede, camiler ibadete kapatılarak, benzer bir sürece imza atıldı.

Ah bu camileri bir de CHP kapatsaydı, yüz yıl konuşurdu yine bu liberaller ile siyasal dinciler!

Öyle değil mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.