Ah Montania, ah sevdalı kız…

Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağarmış derler.
Bu söylemi kendi meşrebine uydurup da sahiplenen bir memlekette mi yaşıyoruz yoksa?
Yeni akım olarak Osmanlı’ya ait ne varsa yenileyip, ondan öncesini yok mu sayıyoruz?
Bursa’nın geçmişinin M.Ö. 2 bin yıllarına dayandığını, Trakya’dan gelen Bitiniler’in Bursa ve civarına yerleştiklerini ve Bitinya Krallığını kurduklarını, M.Ö. 1500 senelerinde Bitinya kralı Prosyas’ın Bursa’yı kurarak şehre Prosa dediğini, M.Ö. 700’lerde İyonlu Kolonistlerden Kolofonlular tarafından kurulan ve ilk adı Myrlea olan Mudanya’nın Makedonya Hükümdarı 5. Filip tarafından yıkılarak yerine Apameia şehrinin inşa edildiğini, Apemia’nın  denizden gelecek tehlikelere karşı Trilye’den Siği’ye dek hisarlarla çevrili olduğunu, Apemia’nın işgalinin ardından kentin tekrar imar edilerek bu yeni kente Montania adı verildiğini ve son olarak da 1321 yılında Orhan Bey tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldığını biliyor muyuz?
Kurtuluş Savaşı öncesinde iki yıl Yunan işgali altında kalan Mudanya’nın 12 Eylül 1922’de düşman işgalinden kurtarıldığını biliyoruz en çok değil mi?
Her yıl kutluyoruz o kurtarılışları.
Ya öncesi?
****
Bunca tarihi bilgiyi niçin anlattığıma gelince;
1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Türkler’in eline geçen Bursa civârında,
1071’e dek yaşanan 2571 yıl ve ondan sonra yaşanan 942 yıl -belki de daha çok yıl- öylece yatmakta.
Uyuyan bu tarih zaman zaman karşımıza çıkmakta, bazıları değerini bulmakta, bazılarının üzeriyse sessizce kapatılmakta.
Mudanya’da yapılacak olan bir AVM’nin temel kazılarında karşılaşılan Myrlea’nın liman kalıntılarının da üzerine beton dökülerek modern bir AVM yapılıyor şu günlerde.
Niyeyse belediyenin ne büyüğü, ne küçüğü, ne de Anıtlar Kurulu engel olmuyor bu hoyratlığa.
Galiba eski püskü o taşları yeni dünyayla tanıştırmaya yeterince layık bulmuyorlar.
Halk bir yandan, Sivil Toplum Kuruluşları bir yandan bu duyarsızlığa karşı çıkıyorlar.
İnşaatın dibine çadırlarını kurmuş, gözlerini valiliğe çevirmiş, seslerine bir ses veren çıksın diye bekliyorlar.
Tek arzuları var;
Yeter ki yıllar sonra gün ışığına kavuşan bir medeniyet bir kez daha karanlıklara gömülmesin…
****
Ha bu arada; kazı sırasında önlerine çıkıp yollarına taş koyan o taş parçaları, AVM’nin içerisine yerleştirilecek olan bir fanus içerisinde sergilenecekmiş.
Geçmişe saygıya yeter de artar bile, değil mi?
Birkaç kişinin derdidir zaten geçmişteki o hayatların nefeslerini soluyamamak, o limanda yapılan ticaretlerin pazarlık seslerini duyamamak, o limanda koşturan çocukların ayak izlerine dokunamamak, o limana yanaşan teknelerin pruvalarını görememek, o limanda sevdalısını bekleyen kadının hasretini hissedememek, bereketli bir seferden dönenlerin denize duydukları minnetin enginliğini bilememek…
Sadece onlar için önemlidir geçmişe gidememek.
Bazıları içinse bir yerden sonrasına gitmek istememek…..
****
Oysa ki tarihin ne dili, ne dini, ne milliyeti ne de bedeli vardır.
Tarih fanilere değil, dünyaya ve dahi evrene aittir.
Yeni de gün gelip eskiyecektir.
Eskiye sahip çıkan her millet kendisine kalan hazineyi daha bir zenginleştirecek, geleceğe akarken ardında aşınmaz izler bırakacaktır.
Cisminin olmayacağı dönemlere o izlerle ulaşacaktır…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.