28 Şubat öncesi hafif kalır

Ülkemizde din tacirleri mağdurları oynamayı çok sevdi. Mağdur edebiyatının işe yaradığını görünce yeni mağduriyetler yaratmak için can attılar. Din ticareti mağduriyet ticareti ile el ele yürüdü. Pınarhisar cezaevinde önceden hazırlanmış odasında 4 ay krallar gibi yaşayanlar ömrünün neredeyse yarısını hapiste geçirenleri yeniden hapse tıkarken “hapse girmiş adam” ticareti de yaptı.
Oysa bu ülkede mağduriyet ticareti üzerinden iktidara ulaşmak isteyen olsa idi, solcuları, aydınları, işçileri ve ezilen halk yığınlarını kimse iktidardan indiremezdi.
Bu ülkede kitap okumadığını gururla söyleyen başbakanlar hep oldu. Ama cezaevini yaşamamış bir yazar, aydın neredeyse çıkmadı.
Bugün 28 Şubat 1997’nin üzerinden tam 17 yıl geçti. Din ticareti yapanlar da o gün bu gündür 28 Şubat mağdurlarını oynamaya devam ediyor. Oysa hiç kimse 28 Şubat öncesi neler olduğunu araştırmıyor. Sebep-sonuç ilişkisi kurma çabası göstermiyor.
Sebep sonuç ilişkisi kurarken de o günü, o günün koşullarında değerlendirmek gerekiyor.
Bugünden o güne bakıldığında ise 28 Şubat öncesi olaylara ele alıp “ne var bunda” diyebiliriz. Zira günümüzde öyle olaylar oluyor ki, 28 Şubat öncesi tekil olan olaylar artık ülkenin her yanına yayılmış doğal işler haline gelmiş. Bir başka deyişle günümüze bakarak 28 Şubat öncesi olanların bugüne oranla çok hafif kaldığını söyleyebiliriz.
O gün Cumhuriyet karşıtları demokratik ve laik düzene mevzi saldırılar yaparak kurulu düzenin direncini ve sabrını ölçüyordu. Rejimi orasından burasından kemirmeye çalışıyordu. Günümüzde ise artık laik, demokratik sosyal hukuk devletinden eser kalmamış durumda. Artık ortada korunacak bir cumhuriyet yok.
Elbette bugünden o güne bakınca 28 Şubatı anlayamayız.
Dilerseniz 28 Şubat 1997 öncesi ülkemizde neler yaşanmıştı, bir anımsayalım:
Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmuştur. 1996 yılında, seçimlerin ardından kurulan DYP-ANAP koalisyon hükümeti, Refah Partisi’nin güven oylaması hakkında hukuksal inceleme yapılması için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru haklı görülerek güven oylaması geçersiz sayıldığından dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM’de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında kurulan 54. Hükümet (Refah-Yol hükümeti), 8 Temmuz 1996’da TBMM’de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.
28 Şubat ortamı
RP-DYP Koalisyonu kurulmasının ardından bu dönemde yaşanan bazı olayların, 28 Şubat sürecini tetikledi ve hızlandırdı . Bu olaylar;
· 2 Ekim-7 Ekim 1996 tarihleri arasında Başbakan Necmettin Erbakan sırasıyla Mısır, Libya, Nijerya’yı ziyaret etti. Libya’da, Kaddafi’nin bir çadırda Erbakan ile yaptığı görüşmede söylediği sözler muhalefet ve basın tarafından ağır bir şekilde eleştirildi.
· 6 Ekim 1996’da Ankara Kocatepe Camisi’nde “şeriat isteriz” diye bağıran sakallı, cübbeli ve asalı Aczmendîler gösteri yaptı.
· 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan ‘fasa fiso’ dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, “aydınlık için bir dakika karanlık” toplumsal eylemi için “Mumsöndü oynuyorlar” dedi.
· Kayseri’nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşmasında, “Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur” dedi.
· Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, 11 Ocak 1997 Cumartesi günü, Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği verdi.
· 30 Ocak 1997’de Sincan belediyesi Kudüs gecesi düzenledi. Belediye Başkanı Bekir Yıldız, İran büyükelçisinin misafir olduğu gecede sahneye konulan “cihad” oyunu basında tepki oluşturdu. Star muhabiri Işın Gürel saldırıya uğradı.
· 4 Şubat’ta Sincan’da askerler 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı.
· 5 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan’a uyarı mektubu gönderdi.
· 11 Şubat’ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara’da yapıldı.
· 23 Şubat 1997’de Fatih Camii’nde öğlen namazının ardından bir grup ellerindeki yeşil bayraklarla “şeriat isteriz”, “yaşasın Hizbullah” sloganlarıyla yürüdü. İslamcı gazeteci Yaşar Kaplan, gerektiğinde İslam uğruna şehit olacaklarına dair bir açıklama yaptı. Yıl
Bu koşullar altında 28 Şubat 1997 günü yapılan ve çok uzun süren Milli Güvenlik Kurulu toplantısında 8 yıllık eğitime geçilmesi başta olmak üzere bir dizi önlem alındı. Bu kararlar kurula katılan hükümet üyeleri tarafından da imzalandı. Yıllar sonra yapılan değerlendirmelerde Abdullah Gül başta olmak üzere o dönemde sorumluluk alanlar hata yaptıklarını kabullendiler. Gazeteci Cüneyt Arcayürek tarafından yazılan kitaplarda buna ilişkin çok sayıda açıklamayı görmek olası.
Bugün ne yazık ki Cumhuriyet açısından çok daha acı ve kötü bir noktadayız. İfade özgürlüğünün kalmadığı, aydınların, yurtseverlerin hapse tıkıldığı dönemde gerçekleri kimse ifade edemiyor.
O gün PKK terörü ortalığı kasıp kavuruyordu. Faili meçhul gibi Susurluk bağlantılı kabullenilemeyecek olaylar vardı. Ama canını dişine takmış yurtsever subayların ölüm pahasına terörle mücadelesi vardı. PKK lideri ile görüşmeler yapan bir iktidar yoktu. Terörle mücadele eden komutanlar “silahlı terör örgütü kurma” gerekçesiyle hapse tıkılıp mahkum edilmemişti.
Tansu Çiller’in çıkını vardı. Ayakkabı kutuları, çelik para kasaları, para sayma makineleri yoktu. Evinin karşısında askerlik yapan Mert Çiller vardı. Ama çürük raporu alan, ya da korumaları ile birlikte 20 gün askerlik yapan “alo babacım” diyen başbakan çocukları yoktu. Bakan çocukları rüşvet suçlaması ile hapiste değildi.
Telefon dinlemeleri yine vardı. Ama sayısı on binlerle ifade edilmiyordu. Dinlenen telefonlardan rüşvet alışverişi, paraların saklanması değil, siyaset çıkıyordu.
Özelleştirme yasaları çıkarılmıştı. Ancak elde avuçta ne var ne yok hepsi hurda fiyatına satılmamıştı. Özelleştirmeye direnen insanlar, bu konuda özgürce kararlar alan Danıştay ve Anayasa Mahkemesi vardı. Yargı kararlarına uymama yetkisini kendine veren bir hükümet de yoktu.
Ülke yine borçluydu. Asla Cumhuriyet döneminde alınan borçların toplamından fazla değildi.
Örnekleri uzatabiliriz. 28 Şubat 1997 öncesi yine kötü işler oluyordu. Ama asla 28 Şubat 2014 öncesi gibi değildi.
28 Şubat gerekçe gösterilerek 28 Şubat 1997’de direnen güçlere neden bu denli ağır darbe indirildiği şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?
Meraklısına not: 28 Şubata saldırmak için çevrilen “Sürgün İnek” adlı film gösterime giriyor. İstanbul’da yapılan galaya bir büyük yalan eşlik ediyor. 2009 yılında, yani 28 Şubattan 12,5 yıl sonra, AKP iktidarının 9. yılında, 28 Şubatçı denilenlerin neredeyse yarısı hapisteyken Malatya’nın Yeşilyurt ilçesi Kadiruşağı köyünde trajikomik bir olay gerçekleşir. Bu olay sonrası gayretkeş bazı kişilerin yol açtığı soruşturma üzerinden öncelikle Atatürk’e, sonra da 28 Şubata saldırılıyor.
Kendi iktidarlarında kendi yarattıkları olaydan dolayı ölümünden 75 yıl sonra Atatürk’ü sorumlu tutanlara “yalancı” demek hafif kalır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.