Yorum mu yargı mı?

06 Ocak 2010 tarihli MİNARE başlıklı yazıma, Hüseyin Samet
Özçelik  -isim gerçek ise- adında bir
okurum yorumda bulunmuş. Aslında, yorumdan ziyade şahsımı töhmet altında ve
biraz da hakarete maruz bırakmayı hedeflemiş. Yorumunu maddeler halinde
sıralamış. Ben de sırasına uyarak cevap vermeye çalışacağım:

            İslamın
hamiliğini Osmanlı’nın  sırtlandığını
iddia etmekte, Osmanlı’nın tasfiyesinden sonra da İslamın hamiliğini Türklerin
devraldığını ve her ne kadar  kurulan
Türkiye Cumhuriyeti’nin  Osmanlı’yı
tasfiye etmek istemesine rağmen; Dünya kamuoyunun aynı görüşte olmadığını ve
BOP’ta (Büyük Ortadoğu Projesi) Türkiye’ye biçtiği rolün de bunun göstergesi
olduğunu belirtmekte.

            Osmanlı,
İslamiyetin hamiliğini devşirmeler marifetiyle mi sırtlamıştır? Osmanlı’da
Türklerin yeri olmuş mudur? Saray yönetimi kimlerin elideydi? Türkler sadece
sefere çıkılırken asker kaynağı olarak düşünülmüş, sefer sonucunda aç bitap
evine dönmüştür. Tabii bir kısmı savaş meydanlarında ölmüş, bir kısmı da
vücudunun bazı uzuvlarını kaybetmiştir. Savaş ganimetleri kimler arasında ve
nasıl paylaşılmıştır?

            Türklerin
anayurdu Anadolu’ya ne yatırım yapılmıştır? Köyü mü imar edilmiş, toprağı mı
ıslah edilmiş, hayvan ırkları mı geliştirilmiş, verimli tohumlar mı
üretilmiştir?

            ABD’nin
BOP’ta Türkiye’ye bahşettiği (!) rolden çok memnun olduğunu belirtiyor ve bizi
de emperyalist ajanlığına yardım edebileceğimizle suçluyor. Her sözün başında
“sizin gibiler” tabirini itham maksadı ile kullanıyor. Bizim  gibilerin ataları, Kurtuluş Savaşında bir çok
imkansızlıklara rağmen cansiperane mücadele etmiş ve bağımsızlığı kazanmıştır.
Saltanat taraftarları ise, salt saltanatın varlığını korumak için ABD mandasına
mı, yoksa İngiliz himayesine mi girelim müzakeresi yapmışlardır. Bugün hala,
İngiliz Zırhlısına binip kaçan Vahdettin’n müdafiiliğine soyunan  bir güruh boy göstermeğe çalışmakta,
utanmadan ve sıkılmadan.

            Türk
Milleti, tarihi boyunca İslam Dinini sade 
yaşamayı sürdürmüş, Tanrı ile arasına bir başka unsur sokmamıştır.
İmkânları nispetinde ibadetini yapmış, ama hiçbir zaman gösteriye prim
vermemiştir. Tekke, tarikat, cemaat, veli, şeyh, şıh  işleri 
Türklüğün, İslamiyetin içine sonradan girmiş unsurlarca sokulmuştur.
Yine söylüyorum, din Tanrı ile insan arasında yaşanan bir olgudur. Bu olguya
hiç kimse müdahil olamaz.

            Aleviler
konusunda ise muallâk bir görüş öne sürüyor. Merd-i merdane kendi görüşünü
belirtmiyor. Topu, Diyanet işleri Başkanlığı’na atarak işin içinden
sıyrılmaya  çalışıyor.

            Bay Yorumcunun
ifadesinden, Kur’anı bir yardımcı olmadan idrak edecek kapasitede olmadığını
algıladım. Peygamber, yirmiüç yıl boyunca aldığı vahileri, Kur’an hafızlarına
ezberletmiş ve ibadet esaslarını da sahabilerine öğretmiştir. Bir ruhban sınıfı
tesis etmemiştir. Tekke, zaviye, tarikat, cemaat ve mezhebin Peygamberle
ilgisi  yoktur.

            Ülkemizde
dini istismar edenler, İslam Dinini öyle tanınmaz hale getirdiler ki, tanınacak
hali kalmadı. Çok önemli bir örnek; Peygamberin iki rekat olarak kıldırdığı
“CUMA NAMAZI”nı onaltı rekata çıkardılar. Kur’an ayetleri bir kıyıya
bırakılarak, sahih olup olmadığı kesin olmayan hadislerin peşine düşüldü.
Birçok din istismarcısı, ahih olmayan hadislerle kendilerine makam
oluşturdular.

    Bay Yorumcuyu
ismen ve şahsen tanımıyorum. Düşüncelerine bakılırsa, cemaat üyesi olduğu
izlenimi doğuyor. Sosyoloji ve İslam tarihi okumamı öneriyor. Benim de
kendisine önerim; Kur’anı okuyup idrak etmesi. Kendisi gibi düşünmeyenleri,
emperyalist ajanlarının yardımcısı olduğu zehabına kapılmaması. Üçyüzbin
kişinin katilini dahi savunabilecek radikal düşüncelerden kendisini
arındırmasını temenni ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.