Onlar hastadır!

Kim ne kadar çabalarsa çabalasın, arkasında yığınla pislik
taşıyanlar ve bu nedenle yüzüne onursuzluk damgası vurulanlar yaşamını
yalakalıkla beslemek zorunda olduğu gerçeğini değiştiremez.

            Onlar
birilerine sözde havhav benzetmesi yapmaya çalışsa da aslında kendi
gerçeklerini yansıtır.

            Onlar
hastadır: Aynaya baktıklarında Yalova kaymakamını görürler.

            Meltem’i
çekemezler, kapanması için gökten pastırma yağdırmaya çalışırlar… Başkanlarına
bidonla yağ dökerler ancak tutkularına ulaşamazlar.

            Suya yazı
yazılmaz. Dereler tersine akmaz. Güneş balçıkla sıvanmaz!

            Onlar
dürüst ve demokrat olamaz, hukuka saygı duyamaz.

            Çünkü hastadır!
Yalan haber yaparlar: Ahmet Sarıkaya’yı üyesi olmadığı Atatürkçü Düşünce
Derneği’ne “Gençlik Kolu Başkanı oldu” şeklinde yazarlar.

            Sarıkaya’nın
Noterden gönderdiği düzeltme hakkını bile kullandırmazlar.

            AKP İlçe
Başkanı Adem Surguç’un Belediye ile ticari ilişkiye girdiğini somutlaştıran
habere “Çamur at izi kalsın” çarpıtmasıyla yanıt vermeye çalışırlar.

Onlar, CHP’nin imzalı açıklamasını,
“Belediye Başkanımızı sert eleştirmişsiniz, biraz
yumuşatırsanız yayımlarız” diyebilecek kadar gazetecidir…

            Gazetenin
ve gazeteciliğin etik değerlerini bilerek erozyona uğratırken karşısındakine
çamur atıp kafa karıştırırlar.

            Onlar,
Belediye encümen seçimlerinde, “Sana oy verdim” diyerek yemin ederler; bir oy
eksik çıkınca, “Hangi o…. çocuğu vermedi” çıkışıyla “Çabuk hırsızlığa” oynarlar… Sedat Karakaş’a verilmeyen oyun sahibi kendisi olduğu
somutlaştırılınca, Başkanın önünde boynunu bükerek ağlayıp özür dilemek
durumunda kalırlar…

            Onlar
hastadır: Arsız ve yüzsüz olurlar!

            Döndürek siyasetiyle
ticareti iyi becerirler.

            Yumuşak
karınlarına dokunulunca, feryad-ı figan-ı basarlar, yazmadıkları yalan bırakmazlar.

            AKP’den
meclis üyesi olurlar; grup toplantılarında ise Ergün Koç’la ilgili sayın
sözcüğü geçince küfür ederler: “O’na sayın sözcüğü yakışmıyor. O’na
sayın sözcüğü fazla. O…..” diyerek Koç’a demediğini bırakmazlar. AKP’de nemalanamayacağını
anlayınca da istifa ederek Anap’a geçerler. Meclisteki kritik denge sayısını
lehine kullanabilmek için Anap’ın değil de, Ergün Koç’un parmakçısı olurlar.

            Bulgaristan
macerasından sonra Anap manap da kalmaz!

            Siyaset ve
ticaret ilişkileri Onları kuzu sarması yapınca, rakı mezesi olurlar.

            Sonra da, Allah
yürü ya kulum der! Asgari ücretle çalışırken dört yılda 80 milyara şaibeli
daire aldığı söylentileriyle karşılaşırlar.

            Çırak
çıkardıkları ustalarının arkasına sığınarak İbrahim Bursalı’ya çamur atmaya
kalkarlar.

            Ali
Bursalı bir tek hata yapmış mış, demeye getirerek bol bol kem-küm ederler ve
kendilerini bir şey olmuş zannederler.

            Naylon
fatura basıldığı mahkeme kararıyla belgelenen Yörem Gazetesi Matbaası’nda sanki
o tarihlerde kendilerini yokmuş gibi göstermeye çalışırlar.

            Kendilerini
sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye çalışanların pisliği biter mi?

            Bitmez
tabi ki: Çünkü O’nlar hastadır, yalancıdır, iftiracıdır.

            Hastalıklarını,
yalancılıklarını, iftiracı olduklarını; gerçek usulde vergi mükellefiyken,
fatura vermek yerine 20.04.1999 tarihli gider pusulası düzenleyerek gizlerler.

            Naylon
fatura mucitleri, devletten nasıl vergi kaçırıldığını iyi bildiklerini
zannederler.

            Onlar
hastadır: Suçluluk ve kıskançlık sendromuna yakalanmışlar! Ezikliği aşamazlar.
İleri derecedeki kompleks içinde kıvranırlar. Kendi gölgelerinden nem kaparlar.
Sürekli tedaviye ihtiyaç duyarlar.

            “Ben bilirimci”
oldukları için gerçekleri kabullenmezler ve doktora da gitmezler.

            Tencere
yuvarlanmış kapağını bulmuş sanki.

            Kimlerden
mi söz ediyorum?

            İsterseniz
biraz açalım!

            Onların
yapılarındaki, “Ben lisedeyken hep sınıf
başkanıydım… Ben lisedeyken en çalışkan öğrenciydim… Ben lisedeyken hep on
alırdım… Öğretmenler en çok beni severdi… Lise gazetesini ben çıkarırdım” takıntıları, “Ben”
merkezli hastalığı açıkça göstermektedir.

            “Ben”
hastalığı devlet dairesinde çalışırken de sürünce, arkadaşları Onlara “Kıl” adını
takarlar.

            “Kıl”
deseler de, kulağına “Karsuyu” kaçırsalar da Onlar dur durak
bilmezler.

            “Ben”
hastalığı kanlarına işlemiştir bir kez, kimse durduramaz.

            Her şeyin
en iyisini Onlar bilir. Hiçbir şeyi beğenmezler! İtici olmaları çalışma
arkadaşlarını bunaltınca, yüzlerine çizilen “Damga”yı da benimseyiverirler.

            Onlar yere
yakındır ancak kendilerine göre uzun boylu fidan gibidir.

            Özünde
korkaktır, yaşamlarını korku üzerinde şekillendirir.

            Gençliğinde
CHP’de yer alırlar. Olgunlaşma döneminde Kamu-Sen’i tercih ederler.
Emekliliğinde ise DSP’ye geçerler. Üstün zekâları Ecevit’in başını döndürünce
iki ay içinde kovulmak durumunda kalırlar.

            Bilmem
anlatabiliyor muyum?

            Tedaviyi
kabullenmeyen bu hastalar, bencilliğini tatmin edebilmek için kaleme aldıkları
yazıları Ş.Ö. imzasıyla yayımlatırlar.

            Ş.Ö.
gibileri de Onların yazdığı yazılara imza atarak gazetecilik yaptığını
zannederler.

            Onlar, her
gördükleri mikrofona balıklama atlarlar.

            Öyle iticiler
ki, Halit Akçatepe gibi sanatçılar sahneden, Tarım Bakanı Sami Güçlü gibi
siyasetçiler, bu tip hastaları kürsüden kovalamak durumunda kalırlar.

            Onlar “Ismarlama muhakkik” olurlar: Suç unsurlarını buharlaştırıp akladıkları dosyaları
unutuverirler.

            Hatırlı
dosyaları da tozlu raflarda zaman aşımına uğrattıklarını İbrahim Bursalı’nın
unutmayacağını düşünemezler.

            Onlar
hastadır: Bir türlü tatmin olmazlar. Er olarak askerlik yapmalarına karşın, “Yedek Subaydım” diyebilecek kadar komplekslidirler. Kendilerini, Sütaş’ın
kurucularından olduğunu ima edebilecek kadar da ileri götürerek yazılar
yazarlar.

            Onlar
hastadır: Ecevit’e politika, Aziz Yıldırım’a yöneticilik öğretir, avukatlara
hukukçuluk dersi verir, doktorlara reçete yazarlar.

            Sıkıntı
yarattığı için Yörem’den kovulunca Belediye Başkanlarına danışman olurlar.

            İbrahim
Bursalı’nın 27 yıllık sarı basın kartını iptal ettirebilmek için çalmadıkları
kapı bırakmazlar. İnandırıcı olamazlar, iftiracı görüldükleri için ispiyonlarının
dikkate alınmadığını anlayamazlar.

            Onlar, Ergün
Koç’u yolda bırakıp seçim arifesinde Anap’a geçerler ve Erol Onur’a soyunurlar.

            Gel gör
ki, hastalık bu!

            Bir ay
sonra da DP’ye atlarlar ve Şaban Yalazı’nın eteklerine sarılırlar. Burada da
dikiş tutturamayınca, daha önce defalarca kovuldukları ve sonunda çırak
çıkardıkları ustalarının matbaasında usta matbaacı, araştırmacı, soruşturmacı,
incelemeci, dahi yorumcu, usta gazeteci(!) olurlar.

            Kovulmadığı
iş kalmayınca “Ben gazeteci oldum” derler. Ancak Onlar gerçekleri
görmezler, duymazlar ve idare-i maslahatçılığı gazetecilik sayarlar.

            Onlar,
kendileri gibi yandaş da bulabilirler.

            Ancak, bir
türlü yetinmezler, son günlerde de DP’yi şaha kaldırdıklarını sanırlar.

            Matematik
mühendisi kesilirler ve Belediye Meclisi’ndeki kritik parmak hesabını çıkardıktan
sonra DP’nin iki meclis üyesiyle AKP’ye destek çıkılmasına karar verirler.

            “Suya zam kazığı”nı yerleştirdikten sonra utanmadan, “Karacabey’in çıkarları
her şeyin üzerindedir”
masallarıyla halkla alay ederler.

            Onlar
çıkarcıdır, vatan-millet-Sakarya edebiyatını dillerinden düşürmezler…

            Onlar sık
sık erdemden, dürüstlükten dem vururlar ancak yolsuzlukla, hırsızlıkla ilgili
tek satır yazmazlar. Halk soyguncularıyla, devlet yağmacılarıyla ilgili tek
sözcük söylemezler…

            Onlar çıkar peşinde koşarlar

Utanması olmayan arsızlar, “İftiracı gazetecilerin utanç yarattığını” bilmezler. Bilseler; sabah-akşam
iftira yumurtlamazlar.

            Gazeteciliği
bireysel çıkarları için kullananlar gazetecilikten dem vurmazlar.

            Onlar
Bakırköy’ün tenhalarında donlarını güçlükle toplarken, çamur atmaya
çalıştıkları İbrahim Bursalı mesleğindeki başarıları nedeniyle ödüle
boğuluyordu.

            İnsanın
kendisini anlatması kadar zor bir şey olmasa gerek.

            Kendimi kanıtlama
gibi bir tasam da yok.

            Ancak
yalancıların ve talancıların haksız saldırıları bu güne değin yazamadıklarımı
da yazmamı gerektirdi.

            Kendimden söz etmek durumunda kaldığım için öncelikle okuyucudan
özür diliyorum:

            Onlar el
etek öperek çıkar peşinde koşarken, İbrahim Bursalı SODEP’i kuruyordu… 25 yıl
önce Yardımsevenler Derneği’ne yol veriyordu.

            Devlet’in
yetmediği yerde, altı aylık ömür biçildiği doktor raporlarıyla ortaya konulan
ihtiyaçlılara Hindistan’da böbrek nakli yaptırıyordu…

Çağdaş Gazeteciler Derneği Güney
Marmara Şubesi’nin açılması için koşturuyordu…

18 yıl önce, düşüncesini ortaya
koyup, Türkiye’yi karış karış dolaşarak, Anadolu Spor Gazetecileri Derneği’ni
(ASGD) örgütlüyordu…

Yüzlerce gence burs verdiği ADD’yi
doğuruyordu. 40 milyonun hesabını veremeyenlerden hesap soruyordu… Anayasa
Mahkemesi’ne giderek, antidemokratik yasayı iptal ettirip, 1993 yılına kadar bayramlarda
çıkmayan gazetelere Türkiye genelinde özgürlük kazandırıyordu…

Halkın tüm gazeteleri okuyabilme
hakkını sağlıyordu. Halk soyguncuları, devlet yağmacıları ve çevre
katliamcılarıyla boğuşuyordu…

Yaralı parmağa su dökmeyenler acaba
ne yapıyordu?

Kendilerini övmekten, kendilerini
resimlemekten başka ne yapabilirler ki?

            İbrahim
Bursalı herkese şirin görünebilme adına mavi boncuk dağıtmıyordu.

İbrahim Bursalı’nın bir tek kusuru
oldu.

            O da,
Onların şikayeti ile başlayan Vergi Dairesi’nin incelemesi sonucu çıkarılan 20
milyona itiraz ederek yargıya gitmesidir. Vergi Dairesi ile uzlaşmaya yanaşmamasıdır.
Uzlaşma sonucu çıkacak 7 milyonluk cezayı kabullenmemesidir.

            Daha önce çok
yazdım. Mahkeme sonuçlanınca, tüm ayrıntıları bu köşeden okuyacaksınız.

            Peki
jurnalcılar ne yapacak?

            Faizleriyle
birlikte topladıkları vergi borçlarımı abartarak anlatırken gizledikleri
mahkemece belgelenen naylon fatura basma alışkanlığını ustalarının üzerine
atarken aklanmış mı olacaklar?

            Fatura
yerine, gider pusulası düzenlerken kaçırdıkları vergilerin hesabı sorulmayacak
mı?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.