Yine de beyaz mı?

Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu sürüyor. Elbette henüz yargı aşamasının ilk basamaklarında olduğumuz için kimseyi peşinen suçlu ilan etmek olası değil. Ama ortaya saçılanlara bakarsanız tablo pis kokuların çok ötesinde.

Bu ülkede hiçbir polis ortada çok güçlü kanıtlar olmadıkça bir bakan çocuğuna ilişemez. Hiçbir savcı ayağına çağırtamaz. Hiçbir hakim tutuklayamaz. Hele AKP iktidarında asla…

Sonuç olarak 2 bakan çocuğu ve 1 banka Genel Müdürü tutuklandı. Bir bakan ve bir bakan çocuğu ile bir Belediye Başkanı ile ilgili çok ağır iddialar var. Rüşveti bakan çocuklarına verenler bu parayı boşuna vermediklerine göre suçlamaların ilgili bakanlara uzaması da kaçınılmaz.

Ne yazık ki bu yolsuzluk normal kanallarla ortaya çıkmamış AKP koalisyonu içindeki tarikatlar kavgası sonucu pislik ortaya dökülmüştür. 5 Aralık Perşembe günü bu köşede yazdığımız “Ganimet Paylaşımı” başlıklı yazıda filmlerde mükemmel soygun yapanların ganimet paylaşımı sırasında birbirlerine girdikleri için yakayı ele verdiklerini anlatmıştık.

Eğer dershaneler savaşı yüzünden birbirlerine girmeselerdi bu olay da ortaya çıkmayacaktı. O savaşın başladığı günlerde devleti aralarında nasıl paylaştıklarını itiraf etmişlerdi. Başbakan “ne istediniz de vermedik?” derken, yine iktidar sözcüleri polis teşkilatının valilerin, rektörlerin ve diğer kadrolarının nasıl pay edildiğini açıklıyorlardı. Meğer paylaşılan sadece kadrolar değilmiş. Paylaşılanları istiflemek için İsviçre'deki bankalar yetmemiş, evlerdeki 7 çelik kasa, ayakkabı kutuları, elbise torbaları gerekmiş.

Olaydaki çok fazla yanlışın yanında doğrular olduğu gibi, doğruların içinde de yanlışlar var. Bu nedenle bugünlerde izlemekten nefret ettiğimiz TV kanalları ile çok bilmiş yorumcuları izlemekte yarar var. “Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” sözü bir kez daha akla geliyor.

Öncelikle devletin böylesine soyulması tartışılmayacak kadar korkunç bir hata. Ardından da polis kadrolarının en kritik makamlara kadar cemaate teslim edilmesi. İki yanlışın bir doğru etmediğini biliyoruz. Ama bu olayda kavga başlayınca cemaat polisi 15 aydır izlediği yağmacıları birden bire ortaya çıkarıveriyor. Kavga çıkmasa belki de sonsuza dek ortaya çıkmayacak. Bu sırada savcıların ve polisin yapacağı operasyonu zanlıların babasına bildirme bildirmeme tartışması başlıyor. Ve bizler de bu güne değin pek çok yanlış işe bulaşmış cemaatçi kadroları yaptıkları son operasyon nedeniyle savunmak zorunda kalırken, aynı kadroları bu güne dek savunanlar bu kez saldırıyorlar.

Soruşturmanın selameti açısından görevinde kalması gerekenler, görevlerinden alınırken bozuluyoruz. Ama cemaat bir nebze osun emniyetten temizlendi diye içimiz rahatlıyor. Bir bakıyoruz fırsattan istifade temizlenenler içinde dürüst kadrolar da var.

Olayın bir de uluslararası boyutu var.

İddia edildiğine göre ortada uçuşan dolarlar ve altınların bir bölümü İran ile yapılan doğalgaz alışverişi ile ilgili imiş. ABD'nin bütün baskı ve tehdidine rağmen Türkiye'nin İran'dan doğalgaz almaya devam etmesi doğru bir tutum idi. Ancak siyasi iktidar bu alışverişi göğsünü gererek yapmak yerine dolambaçlı yollardan yaptı. Doğalgazı döviz yerine altın ile satın aldı ve İran'a altın ihraç ediyormuş görüntüsü verdi. Bu işlem sırasında pek çok aracı kullanıldığından öyle anlaşılıyor ki araya pek çok karanlık ilişki girmiş ve bal tutan parmak yalamış.

Operasyonu yapanların TV kanallarındaki sözcüleri şimdi ABD'ye rağmen İran ile doğalgaz alışverişinin yanlışlığını vurguluyorlar ve İran'ın bu sayede ayakta durmakla kalmayıp Suriye ve Esad rejimini desteklediğini RTE'nin yıkmak istediği Esad'a (onlar halen Esed diyorlar) dolaylı destek olduğunu söyleyerek iktidarı suçluyorlar.

Yani cemaatçilerin gözünde ABD'nin sözünden çıkılması daha büyük suç. Bu analize bakıldığında da operasyonun cemaatin boyutlarını aştığını söyleyebiliyoruz.

Haziran ayında yükselen halk hareketi iktidarı sersemletmiş ve son olayla yıkılma noktasına getirmiştir. Muhalefet partileri bu aşamada öldürücü darbeyi indirmek yerine gücü ABD büyükelçilerinde aramayı tercih etmişlerdir.

Yolsuzluklarla mücadele edeceklerini söyleyerek iktidar olanlar her fırsatta kendilerinin en beyaz olduğunu vurgulamışlar, bu nedenle partilerinin adlarını bile değiştirmişlerdir. Kendi adlarını doğru şekilde AKP olarak yazıp söyleyenleri aforoz etmişlerdir. “Beyaz” yerine kazara AKP diyenler ağızlarını çalkalamak zorunda kalmışlardır. Şimdi iktidarı eleştiren Taha Akyol gibi yazarlar yazılarına başlık seçerken yer darlığı nedeniyle AKP yazmak sorunda kalınca yazılarının girişine uzunca bir özür koymak zorunda kalmışlardır.

Aynı yazarlar “yer darlığı” nedeniyle devlet dairelerinden indirilen TC simgesini sorun bile yapamamışlardır.

Ben şimdi en çok AKP'ye AKP diyemeyip ısrarla “beyaz” diyenlere şaşıyorum. Bu saatten sonra AKP'ye beyaz demekte ısrarcı olmak bu partiyle inceden alay etmenin en iyi ve sinsi yolu olacaktır.

Kendilerine “beyaz” deyip dolaylı olarak başkalarına “kara” diyenler bu pislikten temizlenemeyecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.