Yaşasın, Dönüşüyoruz…!

Kentsel Dönüşüm başladığından beri bütün şehirler birer şantiyeye dönüştü.
Ya yıkıyorlar, ya yapıyorlar.
İnşaat sesleri sabahtan geceye susmak bilmiyor.
Kötü mü oluyor? Tabii ki olmuyor.
Miadı dolan, tehlike arz eden ya da görsel olarak rahatsızlık verici olan her ne varsa dümdüz edilip yerine yeni projeler üretiliyor.
Şehirler yeni baştan yaratılıyor.
Da, bu dönüşüm sanki biraz fazla dönüşüyor.
Kentin dokusunu kaybetmeden yenilenmesi gereken şehir içindeki bu binalar, ultra dikey tasarımları ile şehrin siluetini değiştiriyor.
Şehrin dışına taşan binalar neyse de, şehrin içine yapılan her bina ne gelmişten ne de geçmişten bir iz taşıyor.
Bir yandan tarihi eserler yenilenip şehre kazandırılıyor, öte yandan şehrin karakterini yansıtan binalar yıkılarak yerlerine bambaşka karakterde binalar inşa ediliyor.
Sizce tarihe sahip çıkmak, birkaç sur onarıp, birkaç han ile birkaç hamamı kullanıma açmak mıdır?
Tarih sadece oralarda mı yatmaktadır?
****
Şimdi, dönüşümle ilgili aklıma takılan birkaç soru var:
Mesela, yeni oluşturulan mahallelerde eskilerden bir iz kalacak mıdır? Yoksa eski tamamen silinip,yerine bambaşka bir yeni mi getirilecektir?
O sokaklarda büyümüş ve yaşlanmış her bireyin mahalleye kattığı değerler yok edilip, yerine gelen yenilerin o değerlerden bihaber yaşaması ile o sokaklar anlamını kaybetmeyecek midir?
Yapılacak olan yeni binalara taşınacak olan yeni bireyler, bu binalara ve o mahalleye saygı duyacak karakterde yaşamaya özen gösterecekler midir?
Şehrin içine yapılan çok katlı binalarda yaşayan binlerce insan evlerinden çıkarken ya da evlerine dönerken trafiğin sıkışmasına katkıda bulunacaklar mıdır?
Onca binanın arasında yeşil alan ve sosyal tesise yer kalacak mıdır? Yoksa bir blok daha kondurmak için bu anlayıştan vaz mı geçilecektir?
Eski evlerin arka bahçelerine özenle serilen çamaşırlar yerlerini balkonlardan sallandırılarak herkesin gözüne sokulan ve günlerce toplanmayan rengarenk çamaşırlara mı bırakacaktır?
Her dairenin kapı önü ayakkabıcı dükkanına mı andıracaktır?
Apartman girişlerindeki panoya apartman sakinleri için bin bir çeşit uyarı kâğıtçığı mı yapıştırılacaktır?
Yeni yapılan her binanın balkonları daire sahiplerinin keyfine göre gelişigüzel mi kapatılacaktır?
Apartman sakinleri otoparklarındaki arabalarını, diğer hak sahiplerinin yerlerini gasp edecek şekilde mi park edeceklerdir?
Apartman yönetim toplantıları kavgayla gürültüyle mi geçecektir?
Ve daha bunun gibi bir dolu maraza…
Dar alanda kısa paslaşmalar yapmak zorunda kalmak zor tabii.  Sıkışmışlık hissi gerer insanı. Kime saracağını bilemez hale getirir.
****
Görüyoruz ki müstakil evlerden çıkıp apartman hayatına geçişe hâlâ daha lâyıkıyla uyum sağlamış değiliz.
Toplu yaşamanın ön şartı olan saygıyı baş tacı etmedikçe, kentleri ne kadar dönüştürürsek dönüştürelim pek bir işe yaramıyor.
Tabiri caizse, hamam değişse de tas aynı kalıyor.
Bence biz, görsel olarak dönüşmeye meraklı, düşünce yapısı olarak dönüşmeye kapalı kaldığımız sürece de zor.
Oysa bir şehirde insan, geçmiş ve gelecek bütünleşmeli.
İnsanî şartlarda yaşayabilecek kadar konforlu ve görsel olarak da özellikli evlerde yaşamalı.
“İşte Bursa” ya da “İşte İstanbul” dediğimizde, “Hani Bursa nerede ?”, “Hani İstanbul nerede?” diye sorulmamalı.
Kısacası,
Dönüşürken yok olunmamalı…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.