Yanıldık, seçim iki değil üç barajlıymış

            19 Nisan
2011 Yüksek Seçim Kurulu’nca veto edilen bağımsız adayların yasada belirtilen
nitelikleri taşıyıp, taşımadıkları konusuna girmeyeceğim.

28 Mart 2011 tarihli yazımızda, “bu seçim iki barajlı”
demiştik. Yanılmışız; meğer üç barajlıymış. Üstelik, 9 metre 15 santim mesafeyi
adımlayan hakemin, bütün seyircilerin şaşkın bakışları arasında, beş adım atıp
duruvermesi ve barajı durduğu yere çağırması, pes dedirtti.

Tüm dünyada demokratik yargı sistemi, ilk kez karar veren
merciler, başka bir deyişle birinci 
derece mahkemeler ve bu birinci derece mahkemelerin kararlarını, kararın
esasına girmeden  bozmak / onamak
suretiyle denetleyen, üst mahkemeler olarak ayrılır.

Üst mahkemeler; ilk derece mahkemesi gibi faaliyet
gösterdikleri alanlar yasalarda belirlenmiş ise de, yasal bir dayanak
olmaksızın, kendilerini ilk derece mahkemesi yerine koyamaz. Bu, ayrı bir yargı
sistemi oluşturmak anlamına gelebilecek bir anayasal suç.

Bir örnek verecek olursak; Yargıtay bir boşanma davasına
bakamaz ya da bir hırsızlık olayını kovuşturamaz. Bunu, orada büyük büyük
yargıçlar olduğu, böyle basit işlerle uğraşmalarının yakışık almayacağı için
değil; yargı düzeni böyle kurulduğu için yapamaz.

Yargıtay’ın işi, ilk derece mahkemesinin baktığı bir
boşanma davasında ya da hırsızlık zannı ile açılmış bir ceza davasında alınan
kararın hukuka uygun verilip, verilmediğini incelemektir.

Üstelik bunu kendiliğinden de yapamaz. Davanın
taraflarından birisinin ya da savcının bu karara itiraz etmesi, yani temyiz
etmesi gerekir.

Seçim Kurulları da, yargı görevi yapan mahkemelerdir.

Seçim alanında ilk derece mahkemeleri, ilçe ve il seçim
kurullarından oluşuyor.

Bu mahkemelerin (il ve ilçe seçim kurulları) kararlarına
karşı itiraz merci ise, 298 sayılı 
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun m.14
gereğince, Yüksek Seçim Kurulu.

2839 sayılı Milletvekili Seçim Yasası Bağımsız adaylık
başvuruları sistemini “Seçim Öncesi İşleri” başlıklı İkinci Bölümünde
açıklıyor. 

Buna göre bağımsız adaylar başvurularını, İl Seçim Kurullarına
yapıyor.

            Adaylık
başvurusunun, yasada belirtilen koşullara uygun olup, olmadığını, İl Seçim
Kurulu inceliyor.

Bu inceleme sonucunda, İl Seçim Kurulu (Yüksek Seçim Kurulu
değil) adaylık şartlarında noksanlık veya aykırılık bulunduğunu görürse, durumu
geçici ilan tarihinden itibaren iki gün içinde, ilgili bağımsız adaya ve Yüksek
Seçim Kuruluna bildiriyor.

Yani, bir bağımsız aday, adaylık şartlarını taşımadığını,
Yüksek Seçim Kurulu’nun, gündüzün köküne kıran girdiğine ilişkin bir duyum
yokken, akşam vakti ulusal medyaya duyurduğu bir ilanla değil; İl Seçim
Kurulu’nun kendisine yaptığı bildirimle öğreniyor.           

Esasen, örneğin Isparta İlindeki bir bağımsız adayın,
adaylık için yasal nitelikleri taşımadığı konusu Türkiye’yi ilgilendirmez. Hele
hele, mesai bitiminden sonra, akşamın karanlığında hiç ilgilendirmez.

Diyelim ki, İl Seçim Kurulu, bu bildirimi ilgili adaya
yaptı. Bu bağımsız aday, tüm adayların geçici olarak ilanı tarihinden itibaren
2 gün içinde karara karşı, kararı alan İl Seçim Kurulu’na itiraz
edebiliyor. 

İl Seçim Kurulu’nun aldığı kararı, hukuka uygun bulmayan
aday, Yüksek Seçim Kurulu’na itiraz edebiliyor.

Peki, bugün öğrendiğimiz bağımsız adaylara veto olayı ile
ilgili yanlış nerede?

Şurada…

Adaylıktan veto kararları, ilgili İl Seçim Kurulları
tarafından değil; Yüksek Seçim Kurulu tarafından alınmıştır.

YSK, kendisini ilk derece mahkemesi yerine koymuştur. Bana
göre, yargı sistemi içinde yer almayan bir mahkeme oluşturarak, ya da yasal
olmayan bir yargı yetkisini kullanarak Anayasal suç işlemiştir.

“Yok efendim yanılıyorsunuz. Henüz gerekçeli karar
açıklanmadı. Kararları İl Seçim Kurulları almışsa, şapa oturursunuz, bu erken
iddianızla.” diyorsunuz.

Evet, öyle diyorsanız; ben de boşanma örneğime dönerim.

Boşanma kararımı, davama bakan ilk derece Bursa Aile
Mahkemesi değil de; Yargıtay’ın boşanmalara bakan dairesi, tüm Türkiye duyacak
şekilde akşam vakti açıklarsa; ben bu karara karşı nereye başvurabilirim?

            Bu
açıklama “hangi taş büyükse git kafanı oraya vur” anlamına gelmez mi?

Daha kötüsü, yüksek yargının aldığı bu “adaylık
şartları taşımıyorlar” kararının, dayanağının hukuki olduğuna nasıl
inanabilirim?

Ve nihayet, iyiniyet, kötüniyet, hukukilik sorgulamasından
bağımsız olarak bir yargı organı, kör gözüm parmağına, ülkeyi iç savaşa sürükleme
potansiyeli olan bir karara, imza atma hakkına sahip olabilmeli midir?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.