Yağmur izlenimleri

Yağmurlu bir akşam üzeri Mudanya’ya doğru gitmekteyim. Yağışlı havalarda araç kullanmak genelde biraz yorucudur ama fazla kalabalık olmayan bir yoldaysam ve yağmur da çok çılgınca yağmıyorsa güzel bir müzik eşliğinde sakin bir yolculuk çok keyif verir bana.
Yolda kendimle baş başa kalıp pek çok şeyler düşünürüm. Bir yandan önümde giden arabaların fren lambalarını takip ederken, diğer yandan beynimin kıvrımlarında saklanan anılar birer birer ortaya çıkar ve bana zaman içinde yolculuk yaptırırlar.

Çocukluğumdaki yağmurlu havalarda pencereden dışarısını izlerken, elektrik tellerine tutunup zincirler oluşturan yağmur damlacıkları gelir aklıma. O sıra sıra sıralanan damlalar artık kendilerini taşıyamaz hale gelinceye kadar birleşirler, büyürler ve bir anda bulundukları yerden koparak büyük bir damlacık halinde yere düşerlerdi. Heyecanla ne zaman düşeceklerini beklerken onların yağmur damlacıklarından oluşmuş sevimli yaratıklar olduklarını düşünürdüm. Hepsi hareketliydiler. Hepsi bir düzen içinde bir araya toplanıyorlardı, sonra sırası gelen kendini aşağıya bırakıyordu. İzlemesi nasıl da eğlenceliydi.

Ya kanalizasyon düzeninin olmadığı o dönemlerde kaldırım kenarlarından akan yağmur sularına ne dersiniz? Onların hepsi küçük birer derecik değiller miydi? Zaman zaman yağmurun şiddetiyle çoğalıp, daha da şiddetli akıyorlardı. Karşılarına çıkan ufak tefek taşların üzerinden aşarken, kanyonlardaki kayalıklarda azgınlaşan büyük nehirlere benziyorlardı. Biz de annelerimizin tüm karşı çıkmalarına rağmen, defter yapraklarından yaptığımız kayıkları o delice akan büyük nehirlerde yüzdürmeye çıkıyorduk.
Ne kadar da güzel yüzüyorlardı! Hepsi gerçek birer yarış teknesiydi sanki. Ta ki üzerlerinde yüzdükleri o azgın nehirlerin suyunu içlerine çekip de artık yüzemez hale gelinceye kadar arkalarından bakıyorduk. Bir yandan da üzerlerine yağan yağmur yüzünden ancak sokağın köşesine kadar sürebilen oldukça kısa bir yolculukları oluyordu.

Yine o dereciklerde yağmur yağarken oluşan baloncukları hatırlayın. Onlar;sanki biraz uçan daireler, sanki biraz denizin üzerinde yüzen şeffaf kürelerdi. Hayal gücüm bana üstlerine düşen yağmur tanecikleriyle pıt pıt diye patlayan bu baloncuklarla ilgili çok şeyler kurgulatabiliyordu.

Yağmuru izlemek her zaman keyifliydi.
Bunları düşünürken yolun nasıl bittiğini anlamıyorum.
Mudanya‘’ya vardığımda yağmurun burada gayet sakin yağdığını görüyorum.
Arabamı Mütareke binasının önünde bırakarak sokak aralarına giriyorum. Oralardaki bir camide yapılacak olan bir duaya katılmak için geldim buraya. Duanın başlama saatine kadar biraz zamanım var. O saate kadar oyalanmak için biraz dolaşmak istiyorum. Hava gayet ılık.

Bir sokak köşesindeki boş bir alanda kızağa alınmış epey büyük bir tekne duruyor.

Diğer bir köşebaşında eski bir evi butik otele dönüştürmüşler. Otelin yanındaki eve de çok masraf edilmiş besbelli.  Bazı evler yıkılmak üzere. Bazıları aslına uygun olarak yenilenmiş. Mudanya’nın bu mahallesinde başka bir ruh var. O sokaklarda yürüyüp o evlere bakarken bu görüntülere doyamadığımı fark ediyorum.

Denize dik inen sokaklarındaki perspektifi, iki katı aşmayan ve hepsi denizi görebilen evleri, evlerin önündeki çiçekleri, kapıların önüne atılmış küçük masaları, sandalyeleri.. Ki yaz akşamları o masaların etrafındaki sohbetler ne kadar da doyumsuzdur.
Dolaşmaya devam ediyorum.

Bir evin kapısındaki merdivenlerde iki köpek kıvrılmış uyuyorlar. Yanlarına gidiyorum, hiç istiflerini bozmuyorlar.

Denize doğru inen bir sokağa giriyorum. Yağmurda denizin nasıl olduğunu görmek istiyorum. Yukarılardan akan çamurlu sular yüzünden denizin yaklaşık ilk on metresi kahverengi bir renk almış.

Deniz kıyısından ayrılırken gözüme kapısının ve camının dışında kedilerin bekleştiği bir ev çarpıyor. Mutfak camındaki simsiyah kedi, pembe minik dilini dışarıya sarkıtmış bir halde bakıyor bana.

Önünde yemek artıkları var. Diğer kediyse bir tekir. Evin kapısının önünde çömelmiş sessizce duruyor. Kendisini izlediğimi görünce biraz tedirgin oluyor. Dost muyum değil miyim muhakemesi yapıyor gözleriyle. Bütün endişesine rağmen durduğu yerden de ayrılmıyor. Kedilerle bakışırken arkamda da bir köpek kulübesi olduğunu fark ediyorum. İçinde de kollarını dışarıya uzatmış olarak gayet sakin oturan ve beni izleyen bir köpek varmış.

Dayanamayıp hepsinin fotoğraflarını çekmeye başlıyorum.

Kapıdaki hayvanlarla olan konuşmalarımı duyan ev sahibesi de bir yandan pencereden beni izliyormuş. Kendisini fark edince ben sokaktan, o pencereden karşılıklı birkaç laf ediyoruz. O birkaç laftan anlaşılıyor ki bizler birer kedi-köpek severiz. Ev sahibesi pencereden ayrılıp kapıya geliyor, kapıyı açıyor ve içeride gördüğüm manzara inanılmaz! Evin içinde ne kadar da çok kedi var..!

Hepsinin bakımını üstlenmiş, saçının boyasından dahi o hayvanlara bir paket daha fazla mama alabilmek için feragat etmiş bu kadına hayran olmamak elde değil diye düşünüyorum. Yaklaşık yarım saat sohbet ediyoruz. Duaya geç kalmamak için kendisinden izin istiyorum.
Hiç ummadığım bir yerde hiç ummadığım bir sohbetten aldığım hazla mutlu bir halde oradan ayrılıyorum.
Duanın bitiminden sonra eve dönerken yağmur da şiddetini arttırmaya başlıyor. Bir hava durumu deyimiyle anlatırsak; “yer yer sağanak yağışlı” yollardan geçerek nihayet evime geliyorum.
Ve;
Yağışın çok olduğu zamanlarda sıcak ve güvenli evde olmak gibisi yok diyorum…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.