Vatan Savaşı mı, İkinci İstiklâl Savaşı mı? -4-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Türkiye’mizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartmak, AB, ABD, Çin, Rusya, kısaca, dünyadaki özel ve devlet tekelleriyle rekabette başarılı olmak için, Devrimin demokrasi koşullarında devam ettirilmesi sürecinde, milli uzlaşma ne gibi yeni bir ekonomi modeli üzerinde sağlanabilir?
Önce, Devrim’in demokrasi koşullarında devam ettirilmesi ve bu sürecin daimî ana önceliği nedir sorusunu yanıtlayayım.
Devrim’in demokrasi koşullarında devam ettirilmesi ile kastedilen; ister parlamenter ister başkanlık sistemi olsun, Türk Devrimi düşüncesini yeni koşullara uyarlayarak devam ettirmektir.
Daimî ana öncelik ile kastedilen, Türkiye’nin bekasını, milletçe maddî ve manevî zenginleşmeyi güvenceye alan bir ekonomi modeli ve bunun sürdürülmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetiminde on altı yıldır bulunmuş olan Sayın Erdoğan’nın Başkan seçildikten sonra Birinci Meclis’te yapmış olduğu konuşmasındaki, “Türkiye’mizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartacağız.” ifadesi, sadece on altı yıldır değil, 1938’den beri bu onurlu hedefe ulaşılamadığının itirafıdır.
Okuyucunun yeterli bilgi sahibi olduğundan hareketle, Türkiye gerçeğini yansıtan istatistiksel verileri burada paylaşma gereğini duymuyorum. Çünkü Erdoğan’ın alıntıladığım söz konusu ifadesi başlı başına yeterli ve de çok anlamlı bir veri.
Bu bağlamda, İzmir İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın şu uyarıcı sözlerini tekrar anımsayalım:
“Efendiler! Tarihimizi dolduran zaferler, yahut izmihlallerin kaffesi ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır. Yeni Türkiye’mizi layık olduğu ‘mertebe-i resanete’ isâl edebilmek için, behemehal iktisadıyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. – (“Efendiler! Tarihimizi dolduran zaferler ve başarısızlıkların tümü, ekonomik durumumuzla yakinen ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi, layık olduğu sağlam seviyeye eriştirmek için, her ne olursa olsun ekonomimizi birinci planda tutarak, en çok bu konuya önem vermek zorundayız”)
Emperyalistler arasındaki ve emperyalist ekonomilerle Sovyet Rusya’daki sosyalist ekonomi arasındaki acımasız rekabet gerçeğini kavramış olan Mustafa Kemal, 1923-30 arası devletçi karma-ekonominin liberal anlayışıyla küresel rekabet koşullarında başarılı olunamayacağını yaşayarak gördü. 1930-38 dönemi, devletçilik ilkesinin halkçılık anlayışıyla uygulandığı ve övünülecek başarıların kazanıldığı zaman dilimidir.
Türkiye ve dünya ölçeğinde gerçek ekonomilerin deneyimleri gözler önünde. Akıllı insan yanlışta ısrar etmez, yanlıştan dönmek de bir erdemdir. Zararın neresinden dönersen kârdır. Fakat herşeyden önce zararın farkına varmak ve bunu kabul etmek gerekir. Devletçi karma-ekonomi 1938’den sonra liberal zihniyetin uygulamaları yüzünden adım adım emperyalizmin kıskacında hukuku içselleştiremeyen kapitalist ekonomiye dönüştü. Muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkılamadıysa, bunun ana sebebi, işte bu dönüşüm sürecidir.
Bir doktor hastasının ağrısına doğru teşhis koymazsa, doğaldır ki, hastalık tedavi edilemez. Başkan Sayın Erdoğan Birinci Meclis’teki konuşmasında; “Bu dönemin sorumluluğu çok önemlidir. Hem inşa, hem ihya edeceğiz. Milletimizin her bir kesimi kendi üzerine düşenleri en güzel şekilde yerine getirecek” diyor. Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak G20 Maliye Bakanları Toplantıları için Arjantin’e giderken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada ekonomiyi, “Özel sektörden profesyonellerle desteklediğimiz güçlü bir ekiple yürüteceğiz” diyor.
Mevcut ekonomik yapı ve liberal veya yeni liberal zihniyetle on altı yıl boyunca ulaşılamayan hedefe, aynı ekonomik yapı ve aynı zihniyetle çıkılacağını ummak, ham hayalden ibaret bir beklenti değil midir?
Başarılı olmalarını canı gönülden dilerim. Ama 1938 sonrasının gerçeği apaçık gözler önünde.
Türk Devrimi’nin ana hedeflerinden biri olan Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak, Türk milletini meydana getiren bütün sınıfların tarihsel görevidir. Bütün mesele, bu hedefe ulaşmayı kolaylaştıracak yeni bir ekonomi model üzerinde milli uzlaşmanın sağlanmasıdır.
Mevcut ekonomik yapı, tüm artı ve eksilerine rağmen bir kazanımdır.
Daha önceki yazılarımda açıkladım. Yineleyeyim. Halkçı karma-ekonomi; kamu ve özel sektörlerden oluşur. Özel sektörde patronların üretim araçları üzerinde nasıl mülkiyet hakkı varsa, kamu sektöründe çalışanların da üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkı vardır.
Devletçi karma-ekonomi patronların egemenliğine dayanırken, halkçı karma-ekonomi milletin egemenliğine dayanmaktadır. İşte, milli uzlaşmanın ekonomi modeli.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” özdeyişi, ancak halkçı karma-ekonomi modelinde ete kemiğe bürünür, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne milletçe ancak bu modelle çıkılır.
Başkan Sayın Erdoğan’ın, “Milletimizin her bir kesimi kendi üzerine düşenleri en güzel şekilde yerine getirecek” dileği, ancak bu model sayesinde gerçekleşebilir.
Anımsanacağı üzere, yazı dizimin çıkış noktası Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perincek’in, “24 Temmuz 2015 tarihi burada bir dönüm noktasıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Bölücü Terör Örgütüne karşı harekâtının başladığı tarih! Silahlı mücadele, toplumsal mücadelenin en şiddetli biçimidir; güçlerin saflaşmasını belirler. O günden bu yana ilerleyen süreç, Vatan Savaşı idi. AKP Hükümeti, İkinci İstiklâl Savaşı dedi. Farketmez, içerik olarak aynı adlandırma.” sözleriydi.
Yazı dizisini sonlandırırken şu gerçeği bir kez daha dile getireyim: Bedelli askerliğin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmiş olması, günümüz Türkiye gerçeğinde ne “Vatan Savaşı” ne de “İkinci İstiklâl Savaşı” yürütülmekte olmadığını en açık seçik bir şekilde ortaya koyuyor.
Bakın, Mustafa Kemal, 27 Ekim 1920 tarihli “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde ne demiş:
“Paralı bedel kanunu çıkarmak, zenginler yaşasın, fakirler ölsün demektir. Herkesin görevi cepheye gitmektir.”
Haftaya, Türk siyaseti iki partili sisteme mi çevriliyor?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.