Vatan Partisi gerçeği -1-

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Bu yazımın amacı, Vatan Partisi’nin tarihçesi üzerine söz etmek değil. Amacım, Cumhuriyet Halk Partisi, Vatan Partisi ve bazı aydınların karma-ekonomi konusundaki kafa karışıklığı üzerine yapıcı eleştirilerimi ve önerimi dile getirmek.
Yazının başlığını, doğrusu, karma-ekonomi konusundaki kafa karışıklığı diye yazmam gerekirken, Vatan Partisi gerçeği diye koymuşum. Vatan Partisi’nin günümüzdeki gerçeğinde en dikkat çeken özelliklerinden birinin CHP’den çok daha ateşli bir yaklaşım içinde Altı Ok’u savunuyor olması, herhalde bende bilinçaltı böyle bir başlık kullanmama yansımış olmalı.
Yıkıcı eleştiri en kolay iş. At çamuru, izi kalsın misali. Böyle bir kolaycılığın ve kötü niyetçiliğin hiçbir zaman esiri olmadım. Yapıcı eleştiri ve halka hizmet konusunda düşüncelerimi açıklamaktan, öneriler ileri sürmekten de hiç yorulmadım. O halde, çuvaldızı başkalarına batırmak yerine, şu yetmiş yaşımda iğneyi önce kendime saplayayım da, karma-ekonomi konusundaki kafa karışıklığımı ne zaman aşmaya başladığımı kısaca anlatayım.
İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi sınavlarına hazırlandığım 1969 yılının 22 Nisan günün gecesi, Bursa’da, gençlik yıllarımın solculuk heyecanıyla, bir sendika önünde toplanmış kalabalığa hitaben, toprak reformu yapılması ve ABD’ye karşı bağımsız dış politika izlenmesi yönünde sözlerimden dolayı tutuklandım. Ertesi günü çıkarıldığım mahkemede nöbetçi hakim tarafından serbest bırakıldım. Bir ay sonra sorguya davet edildim. Yine tutuklandım, Bursa cezaevine kapatıldım. Ağustos ayı sonunda kefaletle cezaevinden çıktım. Avukatlığımı yapan TİP Bursa il Başkanı avukat Şükrü Akmansoy, iki hafta sonra görülecek mahkemede yüzde elli elli beraat veya hüküm giyme ihtimali olduğunu söyledi. Eylül başı normal yoldan Türkiye’den ayrıldım, Yunanistan’a gittim. “Komünizm propagandası yaptığım” gerekçesiyle gıyaben beş yıl ağır hapis, bir yıl Balıkesir’e sürgün ve istenmeyen kişi cezalarına çarptırıldım.
1970 yılında Almanya’ya işçi olarak gittim. 1974 yılında genel aftan yararlandım. Tahsil için geldiğim Türkiye’den sınır dışı edildim. Almanya’ya döndüm. 1975 Şubat ayında Düsseldorf gece lisesine başladım. Gündüz fabrika akşam okul. 1979 yılının Aralık ayında liseyi bitirdim. 1980 yılının Nisan ayında Hamburg Üniversitesi’nde ekonomi öğrenimi görmeye başladım. 1986 yılı başında öğrenimimi başarıyla tamamladım. 2000 yılında Yunanistan’a döndüm. 2009 yılının Şubat ayına kadar eşimin bulnuduğu Gümülcine şehrinde kaldık. Sonra, İskeçe şehrine dört beş kilometre mesafedeki, doğup büyüdüğüm, Horozlu köyünde, anam ve babamdan kalan beş dönüm içine ev yaptık. Bursa’dan getirdiğim seksen kara incir fidanı ektim. 1923 öncesi köyde tek bir Yunan yurttaşı yokken, Türk asıllı köy sakinlerinin Türkiye’ye göçü sonucu bugün karı koca bizden başka köyde Türk asıllı kimse yok. Köyün az dışında, doğanın dik ortasındaki çiftliğimizde düşünüp taşınmak için bol bol zamanım oldu.
Belgeler ve olaylar ışığında bilinmeyen yönleriyle BATI TRAKYA TÜRLERİ VE GERÇEK -1- isimli ilk kitabımın baskısı, 1994 yılının Temmuz ayında İstanbul’da yapıldı. Ondan sonraki yıllarda değişik konularda araştırmaya dayalı kitaplarım yayımlandı.
Ocak 2012’de, İstanbul’da, TÜRK DEVRİMİNİN Batı Trakya Türklerinin Azınlık Yaşamına Etkisi isimli, derleme ağırlıklı kitabım çıktı. Mensubu olduğum Yunan uyruklu Batı Trakya Türk azınlığı meselesini daima Türk Devrimi bağlamında değerlendirdim. Bu süreç, Türk Devrimi’nin özünü ve tarihsel işlevini algılamama ve kavramama çok büyük katkı yaptı. Sözkonu kitabımda (s.274), Devrimin özünün İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen “karma-ekonomi”, tarihsel işlevinin ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış!” özdeyeşinin olduğunu yazdım.
Gazi Mustafa Kemal İzmir İktisat Kongresi’nde, “…bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir …” hususuna vurgu yapmıştı. Fakat O’nun ölümünden sonra günümüze uzanan süreçte görülen gerçek o ki, bütün sınıflar aynı zamanda zengin olmadığı gibi, devşirilen ve gelişen burjuva sınıfı gittikçe nicel olarak artarken ve nitel olarak daha da zenginleşirken, emekçi halk aksine giderek fakirleşti.
Neden?
İşte bu neden sorusu kafamı iyice kurcalamaya başladı. Beş dönümlük çiftlikte tarımsal uğraşılar yanında bu konuyu yoğun bir şekilde düşündüm. Ayrıca 1990’dan beri bilinen ülkelerdeki sosyalist ekonomilerin çöküşünün nedenleri üzerine kafa yordum. Kafamda şu beş ana düşünce oluştu:
Birincisi; sanayi devriminin yol açtığı kapitalist ekonominin bir aşamasından sonra devletin ekonomiye müdahil olmasıyla ekonomi literatürüne girmiş olan karma-ekonomi, gelişim sürecinde özel ve devlet tekellerinin ortaya çıkmasıyla birlikte emperyalizmin ekonomik temelini oluşturmaktadır. Siyasi düzlemde muhafazakâr ve sosyal-demokrasi arasındaki rekabet, esas itibariyle, karma-ekonomi temeline dayanır.
İkincisi; Atatürk dönemindeki karma-ekonomide Altı Ok’un devletçilik ilkesi halkçılık anlayışı ile uygulandı, fakat O’nun ölümünden sonra halkçılık ilkesi terk edildi.
Üçüncüsü; devlet sektörü özünde, devletin malı deniz, yemeyen keriz zihniyetini barındırır.
Dördüncüsü, Türk ekonomisi örneğinde, halkçılıktan yoksun karma-ekonomi emperyalizmin kıskacında, hukuku içselleştiremeyen kapitalist ekonomiye dönüştü.
Beşincisi; Çin örnğinde olduğu gibi, sosyalist ekonomi özel sektöre kapı aralamak zorunda kaldı.
Bu durumda ne yapılabilir sorusuna yanıt aramaya başladım. Şu düşünceye vardım: Madem ki üretim araçları maddî ve manevî zenginliğin kaynağı, o halde, üretim araçları üzerinde çalışan emekçi halkın da mülkiyet sahibi olması gerekir.
Özel ve devlet sektörlerinden oluşan karma-ekonomide çalışan emekçi halkın üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibi olması mümkün değil. Bu nasıl mümkün olur diye düşündüm. Altı Ok’un devletçilik ilkesinin, çalışan emekçi halkın da üretim araçları üzerinde mülkiyet sahibi olacağı kamu sektörü ile güncellenmesi sayesinde mümkün olacağı yargısına vardım. Bu modelin adını, halkçı karma-ekonomi diye tanımladım.
İstanbul’da, 2015 yılının Mayıs ayında, “HALKÇI KARMA-EKONOMİ Üretim Devriminin Reçetesi”, 2016 yılının Şubat ayında, “Başkanlık Sistemi mi, Halkçı Karma-ekonomi mi? isimli kitaplarım yayımlandı.
Görüldüğü üzere, özü kapitalist ekonomiye dayanan karma-ekonomi konusundaki kafa karışıklığımı şurda birkaç yıldır aşmış bulunuyorum. Tabii bana göre.
Yerel seçimler, devletçilik ilkesi kamu sektörü ile güncellenmiş Altı Ok ile Rabia arasında bir yarış mı olur?
Karma-ekonomi ile ilgili tartışmayı, haftaya bu soru bağlamında devam ettirelim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.