Umudun Senfonisi Hiç Bitmez

Köy Enstitüleri ile ilgili katıldığım her programda Cumhuriyet’in en heyecanlı, en tutkulu, en idealist yıllarına gidiyor, ders kitaplarından kısıtlı bilgilerle öğrendiğim Cumhuriyet tarihinin vücut bulmuş halini görüyorum. Bu programlar sayesinde tarih kitaplarında Köy Enstitüleri’nden hiç söz edilmemiş olmasının altında yatan gerekçeleri ve aynı karanlığın üzerimizde dolaşmaktan neden hiç vazgeçmediğini çok daha iyi anlıyorum.

Düşmanı yurttan atıp ülkenin sınırlarını çizen, geçmişten kalan borçları ödemekle kalmayıp, ekonomi alanında atılım üzerine atılım yapan, üretime ve eğitime eğilen gencecik Cumhuriyet’in en büyük emeği yoksul köylere vermek istemesi ne büyük, ne uzak görüşlü bir düşünceydi. Yüzyıllardır ya rençber ya asker olarak konumlandırılmış Anadolu halkının arasında okuma yazması olanlar bir elin parmaklarını aşmazken, fakirlik ve cehalet diz boyuydu. 

Ülkede okumuş ve nitelikli insan sayısı azdı. İlk iş o insanları göreve çağırmaktı. 
Bir milletin topyekûn ayağa kalkabilmesi için topyekûn eğitim şarttı. 
“Cumhuriyet Eğitim Devrimi” bu düşünce ile, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar yetiştirmeyi amaçladı.

Bu amaca ulaşmak üzere, köylerden toplanan çocuklar her alanda eğitime alındı. Hattâ kız çocuklarına pozitif ayrımcılık uygulandı.
Eğitimi tamamlananlar eğitimsizlerin ayağına giderek onları eğitecek, böylece toplum ayağa kalkacak, ülke kalkınacaktı. 

Şimdiye dek insan yerine konulmayan, şimdiyse açılan Köy Enstitülerinde eğitime alınan kızlı erkekli çocuklar, parasız, karma, laik, demokrat ve bilimsel eğitim yapan okullarından mezun olduklarında birer cevhere dönüşmüş, içlerinde yanan ışığı yurdun en ücra köşelerine kadar taşımak için yola çıkmışlardı. 
Çok çalışacak, çok mücadele edecek, öğrendiklerini öğretecek ve ışıl ışıl aydınlatacaklardı ülkeyi. 
Ziraattan spora, sanattan zanaate kadar her alanda eğitilmişlerdi ne de olsa. Dikiş dikmeyi de biliyorlardı, keman çalmayı da, kendi ekmeklerini de yapıyorlardı, masa sandalyelerini de. 
Kendi inşa ettikleri okullarda okumuş, kendi ürettikleri besinlerle beslenmişlerdi yıllarca.
Bir yandan da kendi benliklerini inşa etmiş, kendilerini engin bilgilerle beslemişlerdi.

Başlarında Tonguç babaları İsmail Hakkı Tonguç, arkalarında Türkiye’nin en güzel gözlü Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, daha da arkalarında Milli Şef İsmet İnönü ve kalplerinde Atatürk aşkı vardı.
Güçlüydüler. Daha da güçleneceklerdi.
Umudun Senfonisiydi içlerinde çalan…

Umut Düşmanları
Dimitri Şostakoviç “Yedinci Senfonimi faşizme karşı savaşımıza, düşmana karşı mutlaka kazanacağımız zaferimize ve şehrime, Leningrad’a ithaf ediyorum.” dediğinde sene 1942 idi.
Nâzım, “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim” dediğinde günlerden 6 Aralık, yıllardan 1945’ti.
Nâzım’ın dediği gibi, onlar hep;
akar suyun, 
meyve çağında ağacın, 
ve serpilip gelişen hayatın düşmanıydılar.

Umudun Senfonisinin yükselen sesini kısmak, sonra da ortadan kaldırmak üzere yapıldı planlar kuytularda. 
Büyüyen bu “komünist yuvalarını” acilen kapatmak lâzımdı! Öyle emretmişti emreden.
Köy Enstitülerinin çok beğenildiğini gören DP Başbakanı Adnan Menderes, “Köy enstitüleri, yöneten kesimden daha akıllı bir vatandaş profili oluşturuyor. Bu kabul edilemez!” diyordu. 
Köy ağası Kinyas Kartal, köylü akıllanırsa benim ağalığım biter düşüncesiyle “Kapatılsın!” diyordu.

Kapatıldığı 1954 yılına dek Köy Enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişti. 7 bölgedeki 21 okul 1954’te kapatılarak “İş için, iş içinde eğitim” uygulamasına son verildi.
Her şey çabucak dağıtıldı, tüm emekler bir köşeye atıldı. 
15 sene süren masal bir çırpıda bitirilmişti.
Köylü köylü kalmalıydı, köylü akıllanmamalıydı!

Köy Enstitüleri Kapatılmasaydı
Köy Enstitüleri aniden kapatılmasaydı da kapanacaktı bir gün. Sistem ve insanlar farklılaşacak, eğitim farklı kulvarlarda devam edecek, hiç kesilmeyecek ve Köy Enstitülerinin yerini başka kurumlar alacaktı.
Kapatılması için henüz çok erkendi. Ülke henüz o doygunluğa ulaşmamış, teker tam dönmemiş, devrini tamamlamamıştı.
Doymasın ve tamamlamasın diye bu kadar acele edilmişti ya zaten.
Eğer ki sistem doymuş ve eğitim yolculuğu kendiliğinden evrilmiş olsaydı, bugünkü gibi gelişmemiş ülkelerle alt alta, üst üste pişti olmaz, vandallık bu kadar prim yapmaz, insanlar birbirini boğazlamaz, kadın cinayetlerinden çevre katliamına kadar kötü olan ne varsa yaşanmazdı.

Geç Değil
Evet, hiçbir şey için geç değil. Köy Enstitüleri kapatıldı diye yıllarca ağladığımız yetti. Şimdi geçmişten ders ve feyiz alarak ayağa kalkma zamanı. 
Onlar nasıl gerçekçi olup, imkânsızı istedilerse, biz de isteriz.
Onlar 1923’te ve 1940’da nasıl başardılarsa biz de başarırız.
Hem de çağa en yakışanı yaparız. 
Bilgiyle, teknolojiyle, insanla, emekle, yeniliklerle donatırız kurumları.
Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür, düşünen, sorgulayan, dünyayı yakalayan öğretmenler yetiştirir, çocuklarımızı da o öğretmenlere teslim ederiz gönül rahatlığıyla.

Hayaldi, Gerçek Oldu
Geçtiğimiz günlerde Bursa Uludağ Üniversitesi Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi ULUSEM’in öğretmen ve öğretmen adayları için verdiği “Çocuklar İçin Felsefe”, (P4C / Philosophy for Children) Kolaylaştırıcı Eğitimi sonunda 54 kursiyer sertifika aldı. 54 kursiyerin 45’i Çağdaş Eğitim Kooperatifi – ÇEK Kurumları öğretmenleri idi.
Bu eğitim, öğretmenlere ve öğretmen adaylarına verilmek üzere oluşturulmuş. Branş ya da alan farkı gözetmeden her öğretmen ya da adayının alması gereken bu eğitimde bir alan içeriği değil, bir konu/kavram/problemin çocuklara nasıl aktarılacağı ya da kavratılacağının yöntemi veriliyor. Bu yöntem ile yaratıcı, katılımcı, dayanışmacı ve eleştirel düşünmeyi, çocuklara küçük yaşlardan itibaren kazandırmayı içeriyor.

Türkiye’nin İlk Eğitim Kooperatifi ÇEK
Öğretmenini ve dolayısıyla öğrencisini böylesi önemseyen ÇEK’in tarihçesinde baktığınızda, “Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişlerinden hareketle, dönemin siyasal iktidarlarınca uygulanan laik eğitimi tehlikeye atan politikalardan kaygı duyan ve geleceğe dair endişe duyan Bursalı yirmi üç aydın, 25 Temmuz 1995 yılında Çağdaş Eğitim Kooperatifi, ÇEK’i kurdu.” yazar.
Kooperatif modelinin neden seçildiğini de; “Türk toplumunun imece geleneğine, yardımlaşma ve dayanışmaya uygun, demokratik işleyişin, öz denetimin her an yapılabilmesi ve alınacak tüm kararlarda her üyenin bir oy hakkının eşit olması nedeniyle “Kooperatif” modeli seçildi.” sözleriyle açıklar.

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği YKKED- 2019 Bursa Aydınlanma Buluşması
Yukarıda anlattığım her şeyi Bursa Aydınlanma Buluşması’nın ardından yazdım. YKKED ve Nilüfer Belediyesi işbirliği ile Bursa Akademik Odalar Birliği Yerleşkesi’nde düzenlenen buluşma, Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın hazırladığı Köy Enstitüleri Fotoğraf Sergisi ile başladı. Sergide yer alan her fotoğrafta ve fotoğrafların üzerinde yazan her yazıda zamanın ruhu yansıyordu.

Aydınlanma Buluşmasının açılış konuşmasını yapan YKKED Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş ve YKKED Bursa Şube Başkanı Jülide Akköprü, Köy Enstitüleri’nin önemine değinerek, eğitim sistemine yönelik değerlendirmelerde bulundular.

YKKED Bursa Şube Başkanı Jülide Akköprü

Daha sonra YKKED Şubeleri Mandolin Orkestrası Prof. Dr Ayfer Kocabaş şefliğinde nefis bir konser verdi.
“Aydınlanma, Köy Enstitüleri ve Eğitimin Güncel Sorunlar, Çözüm Önerileri Paneli”, Prof.Dr. Ethem Duygulu’nun yönlendiriciliğinde, Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak ile annesi Kadriye Yeşilyaprak ve Dr. Ceyhun İrgil’in katılımlarıyla gerçekleşti.
Arifiye Köy Enstitüsü mezunu, 1932 doğumlu Kadriye Yeşilyaprak eski günleri yâd etti, Dr. Ceyhun İrgil gelecek günlerden bahsetti.

Prof.Dr. Ethem Duygulu, Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak, Kadriye Yeşilyaprak, Dr. Ceyhun İrgil

Eskiyi unutmamak lâzımdı ama eskiye de takılıp kalmamak lâzımdı.
Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdı.

İkinci panel “Köy Enstitüleri ve Yerel Yönetimler” başlığı ile Dr. Semiha Günal’ın yönlendiriciliğinde, Mustafa Bozbey, M.Ali Çaklaya ve Prof.Dr. Adil Türkoğlu’nun katılımlarıyla gerçekleşti.

Dr. Semiha Günal, Mustafa Bozbey, M.Ali Çaklaya, Prof.Dr. Adil Türkoğlu

Balçova eski belediye başkanı M.Ali Çaklaya ve Nilüfer eski belediye başkanı Mustafa Bozbey yerel yönetimlere düşen sorumlulukları, eğitimde adalet konusunda yaptıkları çalışmaları anlatırken, Adil Türkoğlu Kent Enstitülerinden bahsetti.
****
Sergiyi her panoda yazılanı satır satır okuyarak gezdim, konser boyu mandolin çalmaya bir kez daha özendim, iki panelde konuşulanları can kulağıyla dinledim.
Ne kanıya vardın derseniz;
Tarihin her döneminde umudun senfonisini susturmak isteyenler oldu, olacak da.

Bu karanlıkla mücadele edebilmek için öncelikle donanımlı ve sağlam olmak ve etik değerleri benimseyen birer dünya vatandaşı yetiştirmek lazım.

Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak

Bunun için ayrışmak değil, “birlik olmak” lazım.
Onlar “BİR” olabildikleri için başardılar.
O dönemde ülkenin tüm insan kaynakları Köy Enstitüleri İmecesine emek verdi.
Bunun için politikalar üretildi, yaptırımlar uygulandı ve başarıldı.

Mühendis kim?
Cumhuriyet’in ilk yıllarında şehirler boş köyler dolu idi, şimdi ise köyler boş, şehirler ağzına burnuna kadar dolu.
Köylerde ilkokul bile yok, şehirlerdeki okullarda ise doğru düzgün ders yapılacak ortam yok.
Siyasallaşan eğitim sisteminde herkes kendi bildiğini okuyor. Olan ülkeye oluyor.

Prof.Dr. Kemal Kocabaş

Eğitimi insan mühendisliği, dolayısıyla toplum mühendisliği olarak tanımlarsak, mühendisin kimliğini ve mühendisin kafasındaki biçimi de sorgularız değil mi?
Bu sorunun cevabını bulmak için eğitimde o gün ulaşılan düzey ile bugün o düzeyden çok aşağılara düşülen düzeye bakmak yeterli olur. 

Prof.Dr. Kemal Kocabaş

Mühendisin niyetinin ve yöntemlerinin farkında olanlar biliyorlar ki, Umudun Senfonisi bazen sessize alınsa da, bazen durdurulsa da hiç bitmiyor.Her seferinde birileri notaları hatırlıyor ve orkestra yeniden çalmaya başlıyor…

6 Ekim 2019 / C.E.Y.

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.