Sultan Ahmet güvercinleri mi?

“Dünyanın bütün çiçeklerini getirin bana”diyorsa, onları kaya diplerinde açan çiğdemlere benzetiyorsa, dil, din, renk ayırımı yapmadan istiyorsa tüm öğrencileri sınıfa, Atatürk’ün düşündüğü öğretmenleri getirebiliriz aklımıza.

Atatürk’ün öğretmenlere çok değer verdiği biliniyor. Bunu, Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra yüzlerce yıl ötesini yakalayan öngörüsü ile söylediği, “Ordularımızın kazandığı zafer, eğitimcilerimizin yolunu açtı. Gerçek zaferi öğretmenlerimiz kazanacaktır” sözleriyle ortaya koyarken, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl şekilleneceğini göstermiştir.

Atatürk’ün 80-90 yıl önce söylediklerini batılı ülkeler uygulamaya geçirerek güvenli bir yaşam ortamını kurdu.

Öğretmenler, Batılı ülkelerin tümünde toplumun en saygın insanları olarak huzur içinde görev yapıyor.

Ya bizde?

“Sultan Ahmet’te yem bekleyen güvercinler”e benzetiliyor.

Can güvenliğinden devletimizin sorumlu olduğu 75 öğretmenimizi Van Depremi’nde yitirdiğimiz unutuldu bile. 1984 ile 1996 yılları arasında 152 öğretmenimizi teröre kurban verdiğimizi hatırlayan var mı? 240 bin öğretmenimiz açıkta, yıllardır atama bekliyor. Beklentilerini dillendirmek istediği meydanlarda ya biber gazı ile susturuluyor, ya da coplanıyor. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ise “Ne yapalım yani, onlar da başka iş yapsın” diyor.

Bütçeden ayrılan paya bakıldığında, eğitime ve eğitimciye hiç önem verilmediği ortaya çıkıyor. Eğitime, bilime, araştırmaya, kaliteye ödenek ayrılmadığı açıkça görülüyor. Düşük ücretler nedeniyle ek işler yapma zorunluluğunda kalan öğretmenler elbette ki saygınlığını yitiriyor. İstemeye istemeye de olsa eğitim ticarete dönüşüyor. Yozlaşma oluyor, verim sürekli azalıyor ve kalite her gün biraz daha düşüyor.

“4+4+4= başını ört”sistemiyle çıkış aranıyor.

Oysa, güçlükle ayakta kalmaya çalışan öğretmenler, Öğretmenler Günü’nde hediye bekler duruma gelmiştir.

Ödenek sıkıntısı çeken okul yöneticileri, zorunlu giderleri karşılayabilmek için görevinin büyük bölümünü dilenciliğe ayırıyor. Gereksiz yazışmalar nedeniyle bilgisayara tutsak durumda kalıyor. Eğitimde verimi arttıracak, kaliteyi yakalayacak çalışma ortamı bulamıyor.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ise, öğretmenlere, okul yöneticilerine veriyor, veriştiriyor: “Okullarımızda hiçbir sorun yoktur. Olduğu iddia edilen sıkıntılar, tamamen okul yöneticilerinin beceriksizliğinden kaynaklanıyor. Okullara, Bakanlık bütçesinden ve Özel İdare bütçesinden istediklerinin çok üzerinde kaynak aktarılıyor. Okul müdürlerinin bir eli yağda, diğeri balda. Onlara oluk oluk para aktarıyoruz. Bu kadar bolluğa rağmen “Okullarda sıkıntı var” deniyorsa, bilin ki bu müdürlerin beceriksizliğindendir.”

İster inanın, ister inanmayın Milli Eğitim Bakanı eğitimcilere böyle bakıyor.

Peki öğretmenler ne yapıyor?

Dışlanıyor da, dışlanıyor.

Kendi öğrencisine parayla kurs vermek durumunda kalıyor. Tabii ki, inandırıcılığını ve saygınlığını yitiriyor.

Karacabey’den örnek verecek olursak, gelinen noktada birçok öğretmenin, öğrenci üzerinden nasıl rant kapısı yarattığı açıkça görülüyor.

Ne yazık ki, sendikalar da idare-i maslahatçılığı oynuyor.

Gerçekler acı, ancak görünen köy kılavuz istemiyor.

Kaliteli öğretmen yetiştirilmediği için kaliteli eğitim sağlanamıyor.

Özlük hakları verilmeyen, emeğinin karşılığını alamadığı için ev kirasını ödemekte zorlanan öğretmenden, okul yöneticisinden aslında başarı beklemek doğru olmasa gerek.

Kaliteli öğretmenlerden yoksun toplumların geleceği karanlıktır. Bunlar göz ardı ediliyor.

Düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan ancak, gelişmiş ülkeleri taklit etmeye çalışan toplumların kalkınması olanaksızdır. Hatta başka ulusların kölesi olmaya mahkûmdur.

Öyleyse, öğretmenlere öncelikle ekonomik bağımsızlık kazandırılması, zaman yitirilmeden demokratik hakları verilmesi gerekmiyor mu?

Kadrolaşma adına yapılan adaletsiz atamalarla eğitimin kalitesizleştirilmesinden ivedilikle vazgeçilmelidir.

İktidar siyasetçileri öncelikle bunları düşünmeli ve 24 Kasım’larda bol bol nutuk atma yerine, çağdaşlıktan sapmadan çözüm üretmelidir.

Kalıcı çözüm üretmeli ki, kaya diplerinde güçlükle soluklanan çiğdemler açsın, dağ ve kır çiçekleri güneş görsün.

Öğretmenler, hiç olmazsa Öğretmenler Günü’nde mutlu olabilsin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.