“Sözde kalmasın!”

Bu başlık bir Bursa gazetesine ait… Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün maksadını aşan “intikam” açıklamasına istinaden, Bursa Hâkimiyet tarafından kullanılmış.
24 askerin katledilmesinden bir gün sonra.
Hem de büyük puntolarla…
Hem de sekiz sütuna…
Yerel basınımızın köklü kuruluşu, yönetenlere sesleniyor “intikam diyorsun, bak sözde kalmasın, sen daha çok öldür” demek istiyor…
Bir önceki yazımda; “İntikam; aklı vicdana küstürüp, içgüdüsel tepkiyle şiddeti makul görme halidir” demiştim.
“İntikam sözde kalmasın” başlığının akıl ve vicdanla ilgisi olmadığına göre içgüdülerle atılmış bir başlık olabilir mi?
Hoca cemaat ilişkisi olabilir mi?
Sanmıyorum.
Koskoca bir basın kuruluşunun içgüdülerle idare edildiğine de inanmıyorum elbet.
Olsa olsa İstanbullu ağabeylerinden geri kalmamak aşkına atılmış bir başlıktır bu.
Zira İstanbul merkezli yayın yapan, kendine “ulusal basın” diyen ve halkı birbirine karşı kışkırtmakta hiç bir sakınca görmeyen o gazetelerin başlıklarına dair binlerce sayfa yazılabilir.
Ortalama toplumsal bilinci her yönden geliştirmek gibi bir görevi olan basının, evrensel değerleri hiçe saymak gibi bir lüksü yoktur, olmamalıdır da.
Evet, yaşanan vahşetin onanır hiçbir yanı yok. 24 gencin yaşlı, şişman amcaları ceylan derisi koltuklarda oturup, onlar ölmesin diye kıllarını kıpırdatmıyorken pisipisine ölmelerinin onanır hiç bir yanı yok.
Her gazeteci ve basın kuruluşunun ilk bilmesi gereken temel kural, savaşa karşı barışın yanında olunması gereğidir.
Kin ve nefreti körükleyecek türde yayın tribünlerin yüreğine su serpmiyor, aksine “toplumsal cinnete ve toplumsal yarılmalara hizmet ediyor”un farkında olmak lütuf değil bir zorunluluktur.
Yaşamın her alanında öyle anlar vardır ki, o an, işte o an yaptığınız ve yapacağınız sizsinizdir.
O an almanız gereken tavır, tutum, duruş bulunduğunuz alanda düzey ve kalitenizi belirler.
Bugünlerde “sağduyu, itidal” gibi çağrılara çok ihtiyaç duyulur.
Ve bu çağrıları yapacak en etkin kurumların başında basın gelir.
Pekâla, bizde de bu böyle olabilir…
Önem arz eden günlerin ertesinde daha özenle bakarım gazete başlıklarına.
Kim hangi başlığı kullanmış, mesleki etik, hassasiyet vesaire.
Toplumsal duyarlılıkları hesaba katan sorumlu yayınların her geçen gün artmasını beklerken golü en yakınımızdan yemek basınımızın geleceği adına kaygı verici.
Başa dönecek olursak; Sivas katliamında yerel basın kentte yapılan Alevi etkinliğine ilişkin halkı kışkırtmaya dönük yayınlar yapmasaydı, onca sanatçı ve aydın beklide bugün yaşıyor olacaktı.
Gazeteler ve köşe yazarları bu tür toplumsal hararetin yüksek olduğu anlarda beş düşünüp bir yazmalı.
Her yanda bir histeri, bir hamaset…
Kin ve nefret adeta suç değil ödül gibi.
Basın, mesleki ve toplumsal duyarlılıkta Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan daha duyarlı olmalı.
Tarihe tanıklık görevini unutup, şiddete körük tutup körü körüne taraf olmamalıdır.
Zira sokaklarda dolaşan yüzlerce liseli gençten Ogün Samast’lar yaratmak için ellerini ovuşturan birilerinin varlığı, geçmiş tecrübelere bakılarak inkâr edilemez.
Basında yıllar yılı “et koktu…”
En azından yerelde “tuz kokmasın…”
Olur mu?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.